İlhan Selçuk

Yaşam Tuzağı

26 Temmuz 1997 Cumartesi

PENCERE

İLHAN SELÇUK

Yaşam Tuzağı

Nereden elime geçti bilmem, Abdülhak Şinasi Hisar’ın ‘Varlık Yayınları’ndan çıkan ‘Boğaziçi Yalıları’ adlı kitabına geceyarısı takılıverdim:

“...eski yalılar yıkılmadan, büyük korular parçalanmadan, yalı bahçelerinin çiçekleri solmadan, hanımlar kadife veya atlas feracelerini, beyaz yaşmaklarını çıkarmadan ve kayıklarının arka tarafından sulara sarkan birer tavuskuşu kuyruğu gibi rengârenk şallar kaybolmadan, hamlacılar küreklerini bırakmadan ve kayıklar sulardan silinmeden, pazar kayıkları kablettarih mahlûklar arasına karışmadan, mehtap gecelerinde aşkın destanlarını okuyan hanendelerle sazendeler susmadan ve birbirlerini gözleyen gözler kapanmadan, çeşmelerin akar suları kesilmeden ve yaldızlı kitabeleri okunmaz hale gelmeden, kız çocukların ilahilerini dinleyenlerin gözyaşları kurumadan, mezarlıkların uhrevi servileri devrilmeden, evliya mumları sönmeden, bütün rüyaları tabir olunmadan evvel Boğaziçi tam bir kıvam, bir güzel ve mükemmel âlem demekti. Fakat şimdi denilebilir ki Boğaziçi hususiyetlerinin hepsi de birer birer, akraba ve sevgililerimiz gibi ölmüşler ve kendilerinden bize ancak birer aziz hatıra kalmıştır. Bunları ancak yâd edebiliriz.”

Kitabın yayın tarihine baktım:

1954...

Düşündüm ki 1954’te bile İstanbul Boğazı kimi özelliklerini koruyordu.

Ya şimdi?..

*

Abdülhak Şinasi Hisar’ın geçmişi anan kitaplarında sık sık yinelenen bir sözcük var:

“Malihülya..”

“Hülya dolu” demek:

“...yalılar, sularla öyle hemhal olurlardı ki, nasıl, bir ud görünce o daha sükût ederken bile biz biraz musiki duyar gibi olursak, bu yalıları görünce de biraz Boğaziçi sabahı, Boğaziçi akşamı, gecesi, mehtabı, rüyası ve hülyası duyardık.”

Geçmişe özlem, insanda yaşlandıkça yoğunlaşan bir güzel duygu değil mi!..

Adı ne:

Nostalji!..

Abdülhak Şinasi Hisar, bu duyguyu sanata dönüştürmüş bir ilginç kalem!.. Üstad şimdi yaşasaydı, Boğaziçi’nin bugünkü haline baktıkça ne düşünürdü?..

O güzelim kayıklar gitmiş, yerine azgın canavarlar gibi sürat motorları gelmiş; petrol tankerleri dakikada bir suları altüst ederek geçiyor; Boğaz, leylak, sümbül, akasya değil, mazot kokuyor.

Peki, yalılar?..

Hisar anlatıyor: “Bu yalılar, önlerinden kayıkla geçilirken Binbir Gece Masalları saraylarına benzerlerdi. Bu yalılar, eski zaman kadınlarının adeta feracelerinin renklerine, çiçek ve reçel renklerine, gül, çilek renklerine, yavruağzı, kavuniçi, karanfil kırmızısı gibi tatlı renklere bürünürlerdi. Ve hepsi de mahrem bir hayatın mahfazası olurlardı.”

*

Yaşamak kısa ve gelgeç bir süreç.

Geçmişe özlem, kişinin yaşamında zaman geçtikçe damak tadına dönüşüyor.

Ne var ki insan, dün yediği acı biberi bugün anımsadığında ağzı yanmaz...

İyi ki yanmaz!..

Ölen, sevgilisini her anımsadığında, sevdalı ilk günkü acıyı duysa, hayata dayanamazdı.

İşkence tezgâhından geçmiş kişide, işkence acısı, artık belleğin defterinde acısız bir sayfadır.

Hayat, geçmişte değildir; gelecekte pusu kurmuş bizi bekliyor...

Ölüm de o pusulardan birinde tuzağını kazmış değil mi?..

(26 Temmuz 1997 tarihli yazısı)



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Patrikhanenin Sicili... 11 Haziran 2012
Mumcu'nun Saptamaları... 7 Haziran 2012

Günün Köşe Yazıları