‘Bellrock(*)’ – ‘Five Hills(**)’! (12)

24 Şubat 2015 Salı

“İstiklal Savaşı” denilince akıllara, okullarımızda öğretilen Sakarya Savaşı’ndan İzmir’e uzanan Yunan ordusunun püskürtülmesi gelir. Oysa 10 Ağustos 1920’de Sevr Antlaşması’nın paramparça ettiği, Anadolu topraklarının nasıl bütünleştirildiği pek bilinmez. Yalnızca o illerde kurtuluş günleri kutlanır.
Suriye içindeki “Türkiye Cumhuriyeti toprağı” olan Süleyman Şah Türbesi’nden “Five Hills’teki” Sultan’ın “tahliye harekâtının” beceriksizliğini algılayabilmek için yüzyıl kadar geriye gitmekte yarar vardır!
Sevr Antlaşması ile Suriye ile birlikte Hatay da Fransızlara verilmişti.
24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’nda ise Hatay, Suriye içinde kaldı. 1936’da Fransa, Suriye’ye bağımsızlık verdi. Türkiye İskenderun Sancağı’nın Suriye’ye verilmesini kabul etmedi.
Türkiye, 9 Ekim’de Fransa’ya nota vererek İskenderun Sancağı’na da bağımsızlık istedi. Bellrock’taki “Cumhurbaşkanı- Başkomutan” 1 Kasım’da TBMM’yi açarken şöyle konuştu:
“Milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük bir mesele, hakiki sahibi öz Türk olan, İskenderun - Antakya ve çevresinin mukadderatıdır. Bunun üzerinde ciddiyet ve kesinlikle durmaya mecburuz.”
Ardından dönemin Fransız büyükelçisine “Hatay, benim şahsi davamdır. Şakaya gelmeyeceğini bilmelisiniz!” dedi.
O günlerde dönemin İtalyan büyükelçisi de onu ziyaret eder ve “Roma’dan aldığım talimatı size iletmek istiyorum. Hükümetim Hatay’ı almak istediğini size bildirme talimatını verdi” der.
Konuğundan 2 dakika izin ister. Geri döndüğünde üzerine mareşal üniforması, belinde tabancası vardır. Manyetolu telefondan Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ı aratır.
Çakmak’a “İtalyan dostlarımız Hatay’ı almaya geleceklermiş. Karşılamaya hazır mıyız” diye sorduktan sonra yanıtı büyükelçiye “Hükümetinize söyleyin hazırmışız. Buyursunlar!” sözleri ile aktarır.
27 Ocak 1937’de Cenevre’de toplanan Milletler Cemiyeti, Hatay’ın bağımsızlığını kabul etti. Fransa ile yapılan anlaşmayla 13 Ağustos’ta Hatay’da düzenlenen seçimde mecliste çoğunluğu Türkler kazandı, 12 Eylül’de Hatay Cumhuriyeti kuruldu, 30 Haziran 1939’da Türkiye’ye katıldı.

***

İstiklal Savaşı’nın devam ettiği yıllarda faşistler 1922’de iktidara geldiler. 1934’te Benito Mussolini, tıpkı bizim Sultan’ın “Yeni Türkiye” düşü gibi, İtalya’nın “Yeni Roma İmparatorluğu’ndan” söz etti. Sevr ile Antalya-Muğla kıyılarına gelip Lozan’la uzaklaştırılmış İtalyanların Afrika-Asya hedeflerini açıkladı.
“Bellrock’taki” başkomutan, Mussolini’nin çılgınlığına karşı savaş gemilerini, uçaklarını Antalya yöresinde konuşlandırdı. Gülcemal Vapuru ile Antalya’ya gitti. Pilotlara dağıttığı “kişiye özel” mektuplarda sorduğu “İntihar uçuşlarına hazır mısınız” sorusuna hepsinden “evet” yanıtı aldı.
26 Mayıs 1938 günü Ankara’dan İstanbul’a özel treniyle giderken Eskişehir’de gece orduevinde havacı subaylara da şu soruyu sordu: “Çocuklar, yakında Hatay’a gireceğiz. Cephaneniz kalmasa da Fransız uçaklarına gidip çarpabilir misiniz?”
Yanıt “Çarpmayan namerttir, namussuzdur, elbette çarparız!” olmuştu. Sonrasında eğlence başlamış ve “Müzisyenler! Haydi, çalın bakalım bir harmandalı!” diyerek hasta hasta zeybek oynamıştı!

Sultan-Mat!
“Five Hills’e” taşınmadan önce Sultan, her zamanki gibi ağzından çıkanı kulağı duymadığı için 25 Mart’ta mangalda şöyle kül koymamıştı:
“Süleyman Şah Türbesi’ne karşı bir yanlışlık yapılacak olursa tabii ki gereği neyse orada o yapılacaktır. Bu topraklar bizim topraklarımızdır. Uluslararası anlaşmalarla teminat altına alınmış topraklarımızdır. Bu topraklara yapılacak bir saldırı aynen Türkiye’ye yapılmış sayılacaktır.”
Veziriazam ise şöyle ötmüştü: “Orası Türk toprağıdır. Güvenliği için her türlü tedbiri aldık. Kimse sabrımızı test etmeye kalkmasın, cevabını alır!”

***

Sultan’ın bir zamanlar “Kardeşim” dediği Beşşar Esad yönetimini, sonradan düşman görmesiyle Suriyeli Kürtlerin Demokrat Birlik Partisi’nin (PYD) askeri kanadı Halk Koruma Birlikleri (YPG) türedi, Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) terör estirdi, sonrasında iç savaş başladı.
Ardından Irak ve Suriye’den 2 milyonu aşkın insan Türkiye’ye sığındı. Türkiye’ye şu ana değin 5.5 milyar dolarlık yük bindi. Yükün faturası Sultan’ın değil, vergi ödeyen Türk vatandaşının cebinden çıktı, göçenler nedeniyle işsizlik yüzde 10’un üzerine fırladı.
1956’da Halep’te imzalanan bir uygulama tutanağında, türbedeki Türk askerlerinin her ayın 7’sinde değişiminin sağlanması, ayrıca 20’sinde ikmal yapılması öngörülmüştü. Çapulcular ordusu IŞİD’in 8 ay önce türbeyi kuşatması nedeniyle asker değişimi ve ikmal yapılamıyordu.

***

Şimdi de Sultan’ın başkomutanlığında anlı-şanlı Türk ordusu Suriye’ye girdi, türbedeki askerlerimizi kurtardı, Süleyman Şah bağlantılı sandukalar alındı, bir şehit verildi. 87 km. içerideki türbe sınıra 190 metreye yakın taşındı.
IŞİD’in Irak ve Suriye’de aralarında camilerin de bulunduğu tarihsel ve dinsel mirasını yıkması gibi, türbe Türk askerince yıkılarak, bir tarihsel miras tarihe gömüldü!
Çıkardaş basın Sultan ve tayfasına övgüler yazdı. Suriye içinde 87 km’den 190 metreye düzenlenen bu harekâta askeri sözlüklerde “ricat” deniliyor. Osmanlıca sözlüklerde ise “ricatın” karşılığı “geri dönme, gerileme, çekilme, geri kaçma” olarak veriliyor.
Osmanlının son günlerindeki “ricat” olaylarını Sultan da başlatmış oldu... Eminim Esad ve PKK yönetimi bu “başarıya” katıla katıla gülüyorlardır.

(*) Çankaya – (**) Beştepe  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları