Son Gaziye Veda...

15 Kasım 2008 Cumartesi

Hafta içinde 105 yaşında aramızdan ayrılan son İstiklal Savaşı gazisi bir emekli albay olan Mustafa Şefik Birgöldü. Dün onu Ankarada, Meclis uğurladı, bugün ise, İstanbulda silah arkadaşları ve halk uğurlayacak ve artık Kurtuluş Savaşımıza katılan kimse kalmayacak aramızda. Çeyrek yüzyıl önce, onların teker teker aramızdan ayrılmaları gecenin son haberini oluştururdu TRTde.

Şimdi Mustafa Şefik Birgölü 23 yıl önce (Nisan 1985) Sağmalcılar Hapishanesinden yazılmış, İstiklal Savaşı Gazilerinden...başlıklı; Samim Lütfü imzalı veda yazısıyla uğurluyorum:

Genellikle TVnin son haber bülteninde, o gün verilecek tüm iç ve dış haberleri sıraladıktan sonra, programı noktalamadan hemen önce,İstiklal Savaşı Gazilerinden...diye başlıyor spiker. Çoğu zaman bu ölüm haberleri günlük programın bitişi olarak kabul ediliyor ve tümcenin tamamlanması bile beklenmeden, aygıtın düğmesine basılıveriliyor. Çıt!..

Her gece değilse bile, iki üç gecede bir yinelenen bu habere gelince sıra, sanki sunucu da yavaştan, kâğıtlarını toplayıp, çoktan stüdyonun dışına kaçmış olan düşüncelerini izlemek üzere gitmeye hazırlanıyormuş duygusuna kapılıyor insan nedense.

Zaman zaman yitirdiklerimizin resimlerini de yayımlıyorlar.

***

O resimlere bakarken dalıp gidiveriyorum. Hepsi de sekseni aşmış olan kimi doksanlarının içindeyken, aramızdan ayrılan bu adamlar, Kurtuluş Savaşına katılan kuşaktan günümüze kalanların sonuncuları. Yıkılan bir imparatorluğun, kan, ateş, yoksulluk, yoksunluk yıllarında gözlerini dünyaya açıp da, Trablusgarbı, Balkan bozgununu, Çanakkaleyi, Galiçyayı yaşayan, bir önceki çatışmanın yarasını sarmadan, hiç zaman yitirmeden, bir önceki yenilgiden arta ne kalmışsa, onu kurtarıp korumak için çırpınmış, Kurtuluş Savaşını otuzlu, kırklı yaşlarında yaşamış olanlar çoktan öldü.

O kuşağın son büyük komutanını yitireli on yıldan fazla oluyor.

Televizyonun son haberlerinde ölümleri duyulanlar, yukarıda belirttiklerimizden bir sonra gelen kuşak. Onlar belki de birden gelen Balkan bozgununu denk yapılmış yatak yorganla, bir yaylının üstünde, bıyıkları henüz terlememiş çocuklar olarak, ama yine de ailenin hayatta kalmış ya da cephede olmayan en büyük erkeği konumunda, Dersaadet ve oradan da, Anadolu yollarında analarına, kız kardeşlerine göz kulak olmaya çalışarak yaşamışlardı.

Acaba aralarından kaçı, Kanalın sularına gömülen düşü yaşadı? Kaçı Kudüsteki son Osmanlı askerini gördü, kim bilir?

Ama hemen hepsi, 26 Ağustos 1922 sabahışayak kalpaklı adamın emrini bekliyordu ve birkaç gün sonra da, gözlerini yüzyılların yenilgisine açmış bu adamlar Ege kıyılarında vatan kurtaran kahramanlardı.

***

Zafer yolları geride kalır kalmaz kimi orduda, kimi sivil olarak, yeni yapının oluşturulmasına katıldılar. Yoksul, ama coşkulu insanlardı.

Bayram günlerinde İstiklal madalyaları, palaskanın çaprazlamasına bağlandığı üniformanın ya da koyu renk sivil elbisenin yakasını bezerdi. Üniformalar kalın, dalayıcı, abayı andıran kumaştan dikilmişti; sivil elbiselerin ise çoğunun ya havı gitmişti, ya da ters yüz edildiklerinden ilikleri ile cepleri yer değiştirmişti. Tersyüz edilmiş elbiseyi kimse yadırgamazdı o sıralar, yoksulluk ve yoksunluk yıllarıydı. Dünya Savaşı sınırlarımızın hemen dışında, çepeçevre her yanımızdaydı.

Yıllar geçiyor, İstiklal madalyalı adamlar yaşlanmaya başlıyorlardı.

Çevrede her şey hızla değişmekteydi. Çamurlu yollar asfalta dönüyor, kerpiç binaların yerini betonarme konutlar alıyordu ve 26 Ağustos sabahı Kocatepeden gelecek komutu bekleyenler artık gelişmelerin dışında kaldıklarını görüyorlardı.

Sivil hayatta da, askerlikte de yeni teknoloji gelişiyor, onların güç koşullar altında yoksunluk ve özveri dolu yaşamlarında elde ettikleri kıt bilgi ve eğitim yetersiz kalıyordu.

Bir zamanlar kahve köşelerinde, aile meclislerinde herkesin can kulağıyla dinlediği savaş anıları da, çok yinelenmekten yıpranmış, televizyonun düşsel ama renkli kahramanlık öykülerinin yanında soluklaşmışlardı.

***

Ama bir gün, yılda bir gün yine onların günü oluyordu. İstiklal madalyalarını takıp, bastonlarına dayanarak, iki büklüm sokağa çıktıklarında, kendilerine önce şaşkınlıkla bakan küçük çocukların, annelerinin eteğini çekiştirip merakla sordukları soruları yanıtlarken, torunları yerindeki kadınların tavırlarındaki saygı ve birden küçüklerin gözlerinden fışkıran pırıltı, toplumun onları da, yaptıklarını da unutmadığını görmelerini sağlıyordu.

Evet, o bir gün, onların, bizim kurtuluş gazilerimizin günleriydi.

Belki bu gece, belki yarın ama kesinlikle bir hafta içinde, son haberleri dinlerken yine duyacaksınız spikerin İstiklal Savaşı Gazilerinden...diye söze başladığını.

İşte o zaman, ne olur hemen çevirmeyin düğmesini aygıtınızın! Bir an, evet bir an için o tanımadığınız adamı ve her zaman herkesin yaşayamayacağı o büyük serüvenini düşünün! İçinizde bir şeylerin kıpırdadığını, bir yerlerde bir ipin çıtdiye koparken çıkardığı sesi duyacaksınız.

Onlar güç koşulların yoksunluğunda yetişmiş ve ancak tarihin belli dönemlerinde ortaya çıkan bir türün son örnekleridirler.

Unutmayın! Öyleleri kalmadı artık...

asirmen@cumhuriyet.com.tr



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları