‘Öteki’deki Biz’i Bulmaya Yolculuk

03 Mart 2015 Salı

CNN Türk’te geçen pazar başlayan “Biz Kültür Yolcuları” açılışını “Kaybolduk sanılan ‘Biz’i bulmak için yola çıktık” diye yapsa da ben onu daha radikal, hatta biraz “aksi” tonda tanımlamaktan yanayım.
“Biz Kültür Yolcuları”, yaşadığımız coğrafyada bir şekilde “ötekileştirilmiş” olanların kendini evde, “Biz” sayan ya da sayılanların ise “sorguda” hissedeceği bir çalışma!..
Çünkü Nebil Özgentürk, Can Dündar ve Coşkun Aral’ın “Biz denen eşsiz gökkuşağı”nı ortaya çıkarmaya yönelik belgeseli aslında “Öteki”ni bilme, sevme, benimseme çağrısı olduğu için “Biz”e hiç de öyle gökkuşağı gibi değil, “yeknesak bir kütle” olarak bakma kararlılığında olanları rahatsız edecektir.
Siyasetle kültür arasındaki en büyük sorun, “sınır uyuşmazlığı”... O yüzden Türk ulus devletinin kuruluşuyla ortaya çıkan sınırlar ne yazık ki bir kültürel tarumarı beraberinde getirdi. Çok dinli, çok kavimli, çok dilli, çok kültürlü, çok hukuklu bir imparatorluktan Türklüğün ideolojik ve kimliksel tek resmi referans haline geldiği ulus devlete geçiş, aynı zamanda da bir “kültürel sıkışıklık”tı.
90 küsur yıllık Cumhuriyet tarihimiz bu sıkışıklığın yarattığı sorunlarla, gerilimlerle, çatışmalarla geçti.
Bunlar karşısında resmi pozisyon hemen hep bastırma, inkâr ve özümsemeydi. Karşı pozisyon ise “çok-kültürcülük”ten çıkış bulacak şekilde kendisini “rengârenk bir çiçek bahçesi”, “mozaik”, “gökkuşağı” gibi mecazlarla ifade etti.
İşte “gökkuşağı” mecazıyla yol tutan “Biz Kültür Yolcuları” da “Öteki” olanı seçenek ve zenginlik, Türkiye’nin kültürel çeşitliliğini de onun varoluş koşulu sayan bir anlayışın ürünü.
Doğa için biyolojik çeşitlilik ne kadar hayati ise insanlık için de kültürel çeşitlilik o kadar hayati. Bir canlı türünün kaybı doğada nasıl onulmaz yara açıyorsa bir “kültür”ün kaybı da insanlığımıza aynı zararı veriyor.
“Biz Kültür Yolcuları” böyle bir kaygı ve hassasiyetten istim almakta. İlk durağı da “çok çile çekmiş, ama derdini az söylemiş” Balkan göçmenleri ve onların “Atavatan”ı oldu. Üç belgeselciye yol arkadaşlığı yapan, edebiyatımızın güçlü kalemi Bosna-kökenli Ayşe Kulin ve Rumeli türkülerinin tutkulu sesi, Kosova-doğumlu Suzan Kardeş eşliğinde…
Bölümde en kayda değer bulduğum veri de Kulin’le Kardeş’in anlattıklarından çıktı.
Kulin, Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmış büyükbabasının yaşadıklarını anlattığı “Sevdalinka”yı yazdıktan sonra, bu tarihsel sürece kurgusal tanıklığın bile onu nasıl hastalandırdığını belirtti. Topraklarından koparılıp Türkiye’ye gelen ve burayı “vatan” bilmek isteyenlerin “Muhacir” diye, “Gâvur” diye küçümsenip aşağılandıklarının altını çizdi.
Ötekileştirmenin öbür yüzünü ise aynı topraklarda Osmanlı-sonrası dönemde doğup büyümüş Suzan Kardeş’in anlattıklarından öğrendik. Unutturulmaya çalışılan kimliğini var kılma yolunda yaşadığı sıkıntıya dair, “Ben bir cami ile Müslümanlığımı, bir okulla Türklüğümü korudum” sözleriyle...
Böyledir! Bosna’da “Türk-Müslüman” olan ve öyle ötekileştirilen kişi, Türkiye’de “Boşnak-Gâvur” olarak ötekileştirilir.
Kimlik ve ötekilik, “durumsal”dır.
Bu örnek doğrultusunda belgeselin bir antropolojik ve sosyolojik kaynak niteliği taşıdığını da not etmek gerekir.
Sözün özü: Türkiye Cumhuriyeti 29 Ekim 1923’te resmi ve siyasi olarak kuruldu. Ama onun sosyolojik ve kültürel kurulumu (yaşadığımız pek çok sorunun da gösterdiği üzere) hâlâ devam ediyor. “Biz Kültür Yolcuları” işte bu “kültürel kurulum” yolundaki çabalara önemli ve değerli bir katkı.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları