Özgür Mumcu

Kabataş Gevezeleri

04 Mart 2015 Çarşamba

Kabataş iftirası iktidarın ve onun paçasına yapışık yaşayanların yalanı nasıl çekinmeden siyasi bir enstrüman olarak kullanabildiklerini açıkça gösterdi. Bir iç savaş çıkartma pahasına Kabataş yalanı uzun süre gündemde tutuldu.
Dönemin Başbakanı Erdoğan meydanlarda bu iftirayı gözünü kırpmadan savundu. İktidarın medyası da olmayan bir linç girişimini önce yarattı sonra yaydı.
Zamanında böyle sahte kışkırtmalar sebebiyle toplu katliamların yaşandığı bir memlekette yaşıyoruz. Kabataş’ta başörtülü bir kadını üzeri çıplak bir grup eylemci linç etti ya da Dolmabahçe’de camide içki içtiler yalanları bu toplumda bir iç savaş çıkartma potansiyeline sahipti.
Bereket ahali memleketin başbakanına inanmadı. Onun işbirlikçisi gazetecilere de.
Bu sorumsuz ve belli ki bir hayli kötü niyetli kışkırtma çabası amacına ulaşamadı.
Siyasette yalanı sıklıkla kullanabilmek için ye-teri miktar pişkinliğe de ihtiyaç var. Bundan da hem iktidarda hem de iktidarın yanında yöre-sinde peydah olmuş gazetecilerde bol bol var.
Kabataş yalanını yayan ve destekleyenle-re bu hatırlatılınca televizyon stüdyolarını terk ediyorlar. Bunu bir onur meselesi yaptıkları için değil. Beş dakika daha o stüdyoda oturmaya cesaretleri olmadığından. Korkuyorlar ve dolayısıyla kaçıyorlar.
Dua etsinler ki yalana şerbetli ve bu işleri çok umursamayan bir memleketteler. Başka bir yerde olsa değil bir televizyon stüdyosuna adım atmaları bir gazeteyi ancak bayide görebileceklerini de biliyorlar.
Hâlâ saldırganca ve utanmadan bu yalandan bahsetmeleri, hatta kendilerine linç uygulandığını söylemeleri bundan. Varlıklarını ve kariyerlerini büyük bir yalana borçlular. Kabataş da o büyük yalanın bir parçası.
Varlığı bir yalana bağlı olanlar zamanla o yalana inanmak zorundadır. Aksi halde yok olacaklarını bilirler. Herkese inanılmaz gelen bu pişkinlik biraz da bununla ilgili.
Bugün o yalanı en katmerlisinden savunan bir gazetecinin avukatı yalanı, yalanın nasıl oluşturulup yayıldığını açıkça anlattı.
Bir şey değişir mi? Değişmez.
Değişmez çünkü bu bir varlık yokluk meselesidir. Özür dileyip hatalarını kabul edince aynalardan yüzlerinin silineceğini aslında bomboş olan içlerinin dışa vurup kaybolup gideceklerini en iyi kendileri bilmektedir.
Yalan ve yalanı savunmak öyle bir yere erişmiş ki Yeni Şafak’ta kendini liberalliğin duayeni olarak gören bir sayın profesör belki Kabataş’ta Kabataş olayı olmadı diyor ve şunları yazabiliyor:
“Onları bırakın, ben bile tacize ve saldırıya uğradığım hissine kapıldım. Her an bir saldırıya uğrama tehdidi altında kaldım. Hayatımı ve hayat tarzımı gerekirse mukabil şiddet kullanarak korumam gerektiği kanaatine vardım.”
Yani “belki evet yalan yalandı ama ben tacize uğradığımı hissettim” demekte.
Muhakeme bu seviyede.
Hadi Erdoğan’dan bir alıntıyı hatırlayalım. Kabataş bir yalan diyenlere ne demişti:
“Sizin insanlığınız öldü mü be? Sizin vicdanınız bu kadar mı karardı? Çocuklarınızın, eşinizin yüzüne nasıl bakabiliyorsunuz be? Sizin çocuklarınızın başına gelseydi böyle mi davranırdınız? Vicdan... Vicdan... Vicdan...”
Aynı soruyu Erdoğan ve diğer Kabataş gevezelerine soralım mı?
Bence sormayalım. Zira bu şahsiyet anlayışlarıyla cevap vermeyi bırakın Allah muhafaza dava falan açarlar.
Ama şunu yapalım. Ülkeyi iç savaşa dahi götürebilecek bir yalanı söyleyenleri ve bunu savunanları teker teker nedamet getirinceye dek hatırlatalım.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tutuklu yargı 5 Eylül 2018
Kimiz biz? 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları