Erinç Yeldan

130 Sayfada İktisada Giriş

18 Mart 2015 Çarşamba

Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın Cumhurbaşkanlığı’na 11 Mart tarihinde verdiği sunumun ardından Merkez Bankası ile “makro ekonomi yönetimi” arasındaki “faiz tartışması” gerginliği şimdilik yatışmış gözüküyor. Medyada “130 sayfalık iktisada giriş dersi niteliğinde sunum” olarak nitelenen belge TCMB’nin internet sayfasında güncelliğini koruyor. “130” sayfada “iktisada giriş dersi” nitelemesi okuyucularımızı ürkütmesin; aslında konu başlıkları ve ara özetler çıkarılırsa akıcı, “çabuk” okunabilecek ve “kolay anlaşılabilecek” bir metin.
Sunum metninde kanımızca “faiz tartışması” konusunu özetleyecek iki ana vurgu var: Birincisi, Kamuoyunda ekonomideki faizlerin Merkez Bankası tarafından belirlenerek tüm piyasalara, bankalara, şirketlere, yerli yabancı “yatırımcılara” duyurulduğu gibi yanlış bir algılanma söz konusu. Oysa TCMB, bütün merkez bankaları gibi, kısa vadeli politika faizlerini belirlemektedir. Ulusal ekonominin yatırımlar, istihdam, teknoloji seçiminde ve “piyasa oyuncularının” da finansal işlemlerinde göz önüne aldıkları faizler ise ilgili piyasalarda ekonominin genel dengesi içerisinde ve uzun dönemde belirlenen piyasa faizleridir. Merkez bankaları ilgili faizleri ancak dolaylı yoldan ve kısmen etkileyebilirler; doğrudan belirlemeleri ise söz konusu olamaz.
TCMB 11 Mart sunumunun 24. sayfasında “piyasa faizlerinin” hangi kanallardan etkilenmekte olduğunu şöylece özetlemiş:
İstikrar ve güven artırıcı adımlar,
Kamu borç yükünün hafifletilmesi,
Fiyat istikrarına odaklı bir para politikası duruşu,
Ve eklemiş: Bu yolla enflasyon beklentileri ve enflasyon risk primi düşeceğinden piyasa faizleri kademeli olarak düşebilir.
Bu saptamalardan hareketle aşağıdaki grafikte Merkez Bankası’nın “politika faizi” ve “Devlet 10 yıllık uzun dönem faizleri” ile “bankaların ticari kredi faizlerinin” aylık ortalama düzeylerini sergilemekteyiz. TCMB faizleri ile, bankacılık kredi faizleri arasındaki fark son derece belirgin. Devlet 10 yıllık borçlanma faizleri ise TCMB faizleri etrafında dalgalanmasını sürdürüyor. Piyasa faizlerini belirleyen -yukarıda özetlenen- unsurların çoğu ise Merkez Bankası’nın değil, doğrudan makro ekonomi yönetiminin (hükümetin) sorumluluğu altında.

İkinci husus ise çok daha açık ve net: Türkiye ekonomisinde güncel verili enflasyon oranları ve enflasyon beklentileri altında TCMB’nin uygulamakta olduğu faiz oranları aslında son derece düşük ve hatta negatif. Aşağıdaki 2 No’lu grafik de bu gerçeği sergiliyor. Son dört yıldır TCMB’nin ulusal ekonomiye sunduğu reel faiz sinyali sadece Ocak-Mart 2011 ve Ocak-Nisan 2014 aralığında yüzde 2’lik mütevazı boyutta pozitif olmuş; dönemin gerisinde reel faizler zaman zaman yüzde eksi 5’lere ulaşan boyutta. Güncel olarak da negatif özelliğini koruyor.

Dolayısıyla, TCMB’den, şu anda gelişmiş ekonomilerin merkez bankalarının uygulamakta olduğu (uygulayabildiği) “sıfır” faiz oranları ancak ve ancak çok düşük enflasyon ile birlikte değerlendirildiğinde anlam taşıyor. Enflasyon düzeyi göz önüne alındığında Türkiye’de de Merkez Bankası faizlerinin reel olarak zaten negatif düzeyde olduğu biliniyor.
Peki, o zaman neyi tartışıyoruz? Bu kavram karmaşasının kökeni nerede?
Bu soruların yanıtını daha önceki köşe yazılarımızda ve çeşitli söyleşilerimizde dile getirmiştik; tekrarlamakta sakınca görmüyorum:
“Kavram karmaşasının bir öğesi ‘faiz lobisi’ sözcüğü. ‘Faiz lobisi’ kuşkusuz “iktisadi’ bir kavram değil; AKP ekonomi idaresi tarafından Türkiye’nin kaynaklarını sömüren ve Türkiye’nin refahını engelleyen ‘kötü niyetli’ bir ‘çıkar şebekesi’ anlamında kullanılıyor. Bu tavır yeni değil, tüm ülkelerde ekonomik göstergeler kötüleştikçe hükümetler çoğunlukla ‘kökleri dışarıda’ olan bir düşman arayışı içine girmişlerdir.”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları