Günaydın!

29 Aralık 2013 Pazar

Sevgili,
- Günaydın!
Ne güzel şey günaydın diyebilmek.
Ne büyük mutluluk her sabah uyandığında yanında “Günaydın, bugün nasılsın?” diyecek birini bulabilmek.
Ne büyük keyif, “Günaydın, bu sabah nasılsın” sorusuna içinde güneşler açtıran şen bir “iyiyim, çok iyiyim” yanıtını alabilmek.
Bunca yaşadım, ancak şimdi aklıma gelip de sorabiliyorum:
- Neden acaba bize günaydın diyenlere şu yanıtı vermiyoruz:
- Sana da günaydın, günaydın diyenlerin ve günaydın diyebileceklerin bol olsun.
Ne kadar çok günaydın diyeceğin varsa o kadar mutlusundur. Çünkü telaffuz ettiğin her günaydın, hem karşındakine hem kendine hem de her ikinizin de yeni gününüze bir selamdır.
Sabahları günaydının ne kadar içten, ne kadar şen, ne kadar gevrek, ne kadar gür olursa, o günkü yaşamın da o kadar, mutlu ve renkli olur.
Başka bir deyişle sen yaşamı ne kadar seversen, yaşam da seni o kadar çok sever.
O gencecik yaşta ölmüş, mavi gözlü öykücü yaşamı sevdiği için, ağaçlar çiçeğe durduğunda, nebatlar otlar, ağaçlar yapraklar, çiçekler böcekler onu ardından “hişt!.. hişt!.. hişt!..” diye seslenerek selamlarlardı.
Ve o yaşam sevinci sayesinde o topal martılarla, sokak köpekleriyle konuşur ve bir köpek geceleri rüyalarından tek gözünü açarak uyandığında onu düşünürdü.

***

Günaydının kıymetini bilirsen, yaşamı başka türlü kucaklar, doğayla hemhal olup şöyle bir türkü tutturursun:
“Başım köpük köpük bulut içine, dışım deniz
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda.
Budak budak, şahrem şahrem ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun fakındasın ne polis farkında

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril.
koparıver gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul’a.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul’u.
Yüz bin yürek gibi çarpar yapraklarım.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda.
Ne sen bunun farkındasın ne polis farkında.”

Sevgili, git Gülhane Parkı’na o ağaç hangisi bakalım varacak mısın farkına?
Bilmem sana yazarken, içimden taşan coşkunun nedenini merak ediyor musun?

***

Aslında gecikmiş, daha doğrusu gecikmiş değil de dokuz gündür süren bir neşe bu.
Her yıl 21 Aralık’ta, yani en uzun geceyi yaşadığımızda içim neşe dolar. Çünkü gecenin günü yeme sürecinin sonuna gelmişizdir. Gerçi en uzun geceyi yaşamaktayızdır ama hemen ertesi günden itibaren gün, geceyi yemeye başlayacak, süreç daha sonra, toprağın buram buram kokması, ağaçların çiçeğe durmasına dönüşecek, bizi uzun günlere doğru taşıyacaktır.
Her yıl bu sürecin altını çizerim. Bu başlı başına bir sevinçtir, bayram vesilesidir. Günün geceyi yemeye başlamasından daha bayram oluşturabilecek ne olabilir ki? Her yıl 21 Aralık bayramımda annemi hatırlarım. Çünkü yıllar yıllar önce bu konuyu dile getiren bir yazım üstüne kendisinin de aynı duyguyu paylaştığını söylediğini hiç unutmuyorum.
Evet, o da benim gibi, 21 Aralık coşkusunu en karanlık günde yaşıyor, ama doğal olarak 21 Haziran’da da günlerin uzama sürecinin bitmesinin hüznünü duyuyordu...
Hep düşünmüşümdür, acaba 21 Aralık bayramı ondan bana miras kalan bir duygu mudur, diye.
Tabii bu yıl 21 Aralık ortamında, başka alanlarda da gecenin gerilemekte olduğunu gösteren emareler belirdi.
Keşke annem bunları da görebilmiş olsaydı. Ne sevinirdi bilsen!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları