Olaylar Ve Görüşler

Bağlamını Yitiren Ülke

29 Mart 2015 Pazar

Geçen ay Romancı Murat Menteş bir Belediyenin düzenlediği kitap fuarı program ından son anda çıkarıldı. Sebebi de Kendisinin aylar önce yaptığı bir konuşma .

Birileri konuşmanın görüntü kaydının bazı kısımlarını cımbızlamış ve bağlamından kopuk bir şekilde basına servis etmiş çünkü.

Bağlam nedir?
Bu arada, “bağlam” sözcüğünün Türk Dil Kurumu’nun Güncel Türkçe Sözlüğü’ndeki tarifini hatırlayalım: “Herhangi bir durumda olaylar, ilişkiler örgüsü veya bağlantısı, kontekst.”
Yani ettiğimiz kelam ya da ileri sürdüğümüz fikir ancak kendi bağlamı içerisinde anlam ifade ediyor ya da etmiyor.
Onu çevreleyen dilsel ya da düşünsel ilişkiler kapsamında. Karşı çıkmak da desteklemek de ancak o bağlam içinde kaldığımız sürece mantıksal açıdan mümkün.

Trajikomik ortam
Murat Menteş’in başına gelense, Türkiye’nin bugünkü fikir ortamının trajikomik bir özeti: Ülkede genel bir bağlam krizi yaşanıyor. Üzerinde tartışacağımız herhangi bir bağlam yok.
Bu yüzden söylenenen bütün sözler, ileri sürülen bütün fikirler, yazılan bütün kitaplar boşluğa savrulup gidiyor. Bunların yerini bulacağı hiçbir zemin yok çünkü. Köşe yazarlığı yaparken en çok buna şaşırmışımdır. Bir kavramı tartışmaya çalıştığımda kel alaka cevaplar alırdım hep. Mesela “ulusal kültür sentezi” hakkında mı yazdım, hemen “Sen asıl karının giydiği kıyafete bak!” düzeyinde tepki- ler gelirdi. Hem de ciddi ciddi “kanaat önderi” kabul edilen isimlerden!
Yıllarca şaşkın ve çaresiz hissetim kendimi. Ta ki bir sohbetimizde romancı Alper Canıgüz durumu “bağlam yoksunluğu” diye tanımlayana dek. Bu benim için epey aydınlatıcı oldu.

Bağlam olmazsa...
Ortada bağlam olmayınca ne oluyor? Bütün tartışmalar kişiselleşiyor ve “Ad Hominem” düzeyinde cereyan ediyor. Yani ileri sürülen fikirden çok, fikri ileri sürenin kişiliği üzerinden kısır bir polemik doğuyor. Hiçbir tartışma hiçbir yere varmıyor. Herkes birbirinin işaret ettiği yere değil parmağına bakıyor. Giderek fikir tartışması yapmak, yeni kavramlar geliştirmek imkânsız hale geliyor. İnsanda hal de kalmıyor zaten.

Bağlamsız ülke
Türkiye’nin içinde bulunduğu cendere bu: Bağlam yoksunluğu. Hiçbir konuda işe yarar bir bağlam yok. Çünkü ne hazindir ki aslında Türkiye’nin bağlamı yok.
Acı ama gerçek: Ülke iki yüz yıl önce bağlamından koparılmış. Cumhuriyetin ulusal kimlik ve kültür üzerinden yeni bir bağlam yaratma çabası da sonuç vermemiş. Haliyle, bu topraklarda niye bir arada yaşadığımızın bile artık üzerinde uzlaşılmış bir izahı yok.
Boş yere fikirler ileri sürüyor, kitaplar yazıyor, tartışmalar yapıyoruz. Şu okuduğunuz yazı dahil hiçbir zihinsel performansın yerini bulması mümkün değil. Geriye birbirimizin kaşıylagözüyle, ne yiyip içtiğiyle, nasıl yaşadığıyla, hangi tribünde oturduğuyla uğraşmak kalıyor ki dikkat ederseniz bugünkü köşe yazılarının ya da siyasi polemiklerin çoğu bu minvaldedir. Kahredici bir çoraklık.
Artık her “mahalleden” aydın kişiye düşen, bağlam yaratmak olsa gerek. Üzerinde tartışabileceğimiz zeminler inşa etmek. Bunun niye elzem olduğunu bıkmadan usanmadan anlatmak. Yoksa zihinsel çölleşme belki yarından da yakın.

TUNA KİREMİTÇİ Romancı/Müzisyen

                                                                                                                


CHP’de Bir Şeyler Oluyor

Herkes demokrasinin tersine giderken, CHP Önseçim yapıyor.


Ben 1972’de doğdum. Doğduğumda başka bir Türkiye’de yaşıyorduk. Bir yaşımdayken Ecevit fırtınası esiyordu.
O dönem de önseçimle adaylarını belirleyen CHP, Türkiye’de kendi liderini demokratik mücadeleyle değiştiren ilk siyasi parti olmuştu. Yalnızca kendi liderini değil, sağı da değiştirmişti. Demirel’in AP’si dahi CHP’den feyz alarak önseçimle adaylarını belirliyor, demokrasi kazanıyordu. Sonuçta Türkiye kazandı, ama 1980 darbesi harcadı. Bugüne bakalım. İleri demokrasi diyenler tek adamcılığa savrulmuş. Bırak üyeyi, delegesine bile “Vekil kim olsun” diye sormuyor. Vekâlet millete zorla imzalattırıyor. Herkes demokrasinin tersine giderken, CHP ters yola hiç girmiyor. Önseçim yapıyor.

Demokrasi şöleni
CHP’nin aday adayları şehirlerde turluyor, partilerini ve neden aday olmak istediklerini anlatıyor. CHP genel başkanı dahi önseçime giriyor. Bu dönüşümün çok önemli dört sonucu var.
1) Davetle gelip vitrinde durmayı tercih eden milletvekilleri değil, üyelerin kendi adayları genel seçimde kendilerine yer buluyor. Örgüt söyleneni yapan bir camiadan, yapılmasını gerekeni söyleyen renkli bir koroya dönüşüyor.
2) Herkesle iyi geçinmeye çalışan, kokmaz bulaşmaz streç filme sarılmış adaylar değil, sözü olan, seçmene söz veren ve dinamik adaylar meydana çıkıyor. Tabana basan değil, tabanı tavana taşıyan sorumlu siyasetçiler çıkıyor.
3) Genel merkez koridorlarında görünmek yerine, seçmenin evinde, kahvesinde, sokağında, hemen yanında duran, dinamik, meraklı, heyecanlı kadın ve erkekler siyasetin havasını üstten esen rüzgârlara değil, dipten gelen dalgalara teslim ediyor.
4) Önseçimlerin yapılması partinin tabanını sola açarken parti tavanını da hizaya getiriyor. Parti aidiyeti artıyor. Kontenjan vekilleri değil, milletin vekilleri partide söz sahibi oluyor. Koridorların değil, sokağın sesini siyasete taşıyor.
Bunlar daha önce de oldu. Sonuçları 1970’lerdeki seçim zaferlerinde gördük. CHP adayları önce örgütlerinin umudu oldu. Sonra CHP milletin umudu oldu. Pazar günü CHP’de önseçim var. Evet, adayların kaybedeni kazananı olacak. Önemli değil.
Çünkü demokrasi kaybedeni olmayan tek oyundur. CHP’de bir şeyler oluyor, iyi de oluyor.  

OĞUZ KAAN SALICI CHP İstanbul Eski İl Başkanı



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları