Olaylar Ve Görüşler

Kabul Etmek Zorunda mıyız?

31 Mart 2015 Salı

Mega projelere karşı çıkıp alternatiflerini üretmemek olur mu, olmaz mı? İşte yanıtı...

Biliyorum, duyuyorum. Benzer görüşleri paylaştığım, kendimi aynı şeyleri eleştirirken bulduğum arkadaşlarım, tanıdığım, okuduğum insanlar diyor ki: Mega projelere karşı çıkıp alternatiflerini üretmemek olmazmış.
Projelere sadece “Hayır” demek yetmezmiş, proje üretmek zorundaymışız. Zorunda mıyız? Hayır.

İnşaat fili
Açıklayayım. Ortalıkta dolanan proje, mega proje tabirleri çoğu örneğe baktığımızda bir “proje”nin taşıması beklenen yaratıcılıktan yoksun.
Başkanların, partilerin, medyanın proje dediği, ülkece semirttiğimiz inşaat filini beslemek için bulmamız gereken besindir. (Bu döngü bitmez. Besin buldukça fil büyür, büyüyen fil daha çok proje ister.
Çözüm mideyi küçültmekten geçer.)

Cin fikirli girişimler
Merkezi hükümetin, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) ve kendilerine kötü kraliçe İBB’yi örnek alan diğer belediyelerin mega veya değil, tüm proje üretimi çok azı ihtiyaçlardan kaynaklanan, çoğu kez ucu hazine arsalarının satışına ya da mebzul miktarda hafriyat ve beton dökümüne ya da politik hesaplara, oy toplamaya bağlanan cin fikirli ticari girişimlerdir.
Aslında fikir bile dememeli; fikir olsalar, orta ve uzun vadeli sonuçlarıyla değerlendirilirlerdi; fikir olsalardı önerildikleri bölgenin, şehrin, ülkenin planlamasıyla eşgüdümlü üretilirlerdi; fikir olsalardı yerüstü ve yeraltı doğal kaynakları üzerindeki etkilerine önem verilirdi.

Taksim Meydanı
Böyle değiller. Birkaç örnek: Taksim Meydanı’nı ele alalım. İki sene önce apar topar meydanı yayalaştırdılar ve araç altgeçidi yaptılar.
(Yazının konusu değil, Gezi Parkı, cami, AKM, kışla meselelerini karıştırmıyorum.) O zaman da birçok grup ele başa düşmüş, Taksim Meydanı için alternatif proje üretmeliyiz diye masaya oturmuştu.
Ben ortada bir problem görmüyorum, neye çözüm üreteyim?
Taksim, İstanbul’un kalanına kıyasla tenha bir trafiğe sahip. Kentsel dokusu düzgün. Şehrin geri kalanına yeterli ve güçlü bir ulaşım ağıyla bağlı. Park desen: Ağaçlar şahane, manzara güzel.
Taksim Meydanı’nı ve Gezi Parkı’nı yaya ve araç trafiği açısından düzenlemek basit bir belediye operasyonuydu. İşi bir sürü başka hesapla karıştırıp, sulandırıp abartarak bir inşaat faaliyeti haline getirenlere tabii ki karşı çıkılacak. Ve karşı çıkanlar alternatif üretmek zorunda değil.

Üçüncü havalimanı

Üçüncü havalimanı başka bir örnek.
Ne ara, hangi ihtiyaçtan, nasıl bir İstanbul geleceği tahayyülüyle geliştirildi, yeri hangi ölçütlerle seçildi bilmiyoruz. Ama karşı çıkıyoruz: Atatürk Havalimanı’nın çöpe gitmesine; aşırı kapasite öngörüsüne; şehri büyüteceği, kuzeyi imara açacağı gerçeğine; su havzalarına ve kuzey ormanlarına etkisine karşı çıkıyoruz. Alternatif üretmek zorunda değiliz.

Yedi tepe yedi tünel
Yedi tepe yedi tünel projesine de karşı çıkanlar olmuştu. Şehrin ilgisiz noktalarını birbirine bağlayan, insanları özel araçlarıyla hareket etmeye teşvik eden, şehir içine trafiği davet eden bir proje.
Akla uygun değil, bir ihtiyaçtan doğmamış.
Dolayısıyla kim, nasıl alternatif üretebilir ki? Kanal İstanbul gibi akıldışı bir projeye karşı çıkmanın koşulu cepte bir alternatif taşımak mıdır? Yanından geçerken utancımdan kafamı çevirdiğim Maltepe, Yenikapı “şey”lerine; Arnavutköy ve Emirgân’a bugünlerde yaptıkları kazıklı yollara karşı çıkan vatandaşın, “Denizi doldurmayın kardeşim, istemiyorum” demesi yetmez mi? Daha birçok örnek sayılabilir. Yazsam kitap olur.

Süreç nasıl işlemeli?
Ne deniyor? “Projelere karşı çıkanların alternatiflerini de üretmesi gerekir.” Ne münasebet. Belediyeler ihtiyaçlara göre proje üretir. Kamuyla paylaşır. Akademinin, odaların, halkın fikirlerini dinler.
Projenin kısa, orta, uzun vadeli sonuçlarını öngörmeye çalışır. Projeyi yeniden gözden geçirir, kamuoyu ile tekrar tartışır, gerekirse iptal eder. Sağlıklı ilerleyen bir süreç, zaten kendi içerisinde alternatifler barındırmaktadır.
Merkezi hükümet ve belediyeler tüm alternatifleri değerlendirip en iyisini seçmekle sorumludur.
Eleştirenler alternatif üretmek zorunda mı? Değil. Öte yandan proje üretenlerin tüm olasılıkları değerlendirip bölge, şehir, doğa, ülke ve dünyamız için en doğrusunu hayata geçirmekle zorunluluğu vardır.  

ERTUĞ UÇAR Mimar

 

-

 

Arınç - Gökçek Kavgası ve Gerçekler

MELİH GÖKÇEK'İN ÇIKIŞI ÜZERİNE BÜLENT ARINÇ ’IN SÖZLERİ AKP’DEKİ ÇATLAMAYI GÖZLER ÖNÜNE SERMEKTEDİR .

3 Kasım 2002’de iktidar olan AKP, aslında bir koalisyon partisidir. AKP, Erbakan’ın siyasi tasfiyesi ile ‘ak saçlılara’ karşı çıkan ‘gençlerin’ partisi olarak kurulmuştur.
Kuruluşunda ANAP’ın ilk döneminde ‘dört eğilimi’ birleştirmesi gibi bir görüntü vardır. Merkez sağdan, liberallerden, muhafazakârlardan, dönek solculardan ve cemaatlerin temsilcilerinden olan isimler bir araya gelerek AKP’yi kurmuşlardır.
Bu isimlerin aynı partide bir arada bulunması zordur. O zorluk iktidar olma ile aşılmıştır. Çünkü toplama partileri bir arada tutan iktidar nimetleridir.
AKP iktidarı sürdükçe ve giderek kendi kadrolarını kurdukça, tasfiyeler başlamıştır. Tasfiye süreci planlı bir şekilde gerçekleştirilmiştir.

‘Kullan at’ taktiği
Partiden Aleviler, dönek solcular, liberaller planlı şekilde tasfiye edilmiştir.
“Beraber yürüdük biz bu yollarda” şarkısı söylenirken şarkıyı söyleyenler sırasıyla yolda bırakılmaya başlanmıştır.
Bunun için de “kullan at” taktiği izlenmiştir.
Son olarak da cemaat partiden ve parti desteği ile geldiği kritik noktalardan tasfiye edilmeye başlanmıştır.
“Paralel devlet” suçlaması bu tasfiye sürecinde sıkça kullanılmıştır.

‘Aldatıldık’ söylemi
Son olarak da “Aldatıldık” savunması yapılmaktadır...
Oysa daha yakın geçmişte, “Ne istediler de vermedik” deniyordu!
Cemaat destekli operasyonlarda “Ben bu davanın savcısıyım” deniyordu! “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” deniyordu...
Şimdi ‘Aldatıldık’ deniyor!
Asıl aldatılan halkımız olmuştur. Algı operasyonları ile AKP iktidarında halkımız sürekli olarak aldatılmıştır.
AKP yaptığı yanlışlarda hep topu taca atmaya yani suçu üzerinden atmaya çalışmıştır. Bunda da elinde bulundurduğu medya gücü ile başarılı olmuştur.

Dengeler bozuldu
Ne yazık ki artık mızrak çuvala sığmıyor. Bir yandan “açılım” sürecinin sancıları, öte yandan üç dönem süresi, Merkez Bankası ile girişilen faiz kavgası ve yaklaşan genel seçimler AKP’de dengeleri bozmuşa, sinirleri germişe benziyor.
Buna bir de anketlerdeki düşüşler eklenince gerginlik giderek artmaktadır.
Her ne kadar mevcut anayasaya aykırı olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan sık sık “400 vekil istiyorum” dese de anketler bunun olanaksız olacağını gösteriyor.
Yani artık hesap tutmuyor.
Ali Babacan üstü kapalı şekilde Cumhurbaşkanı’na “Konuşma” diyor!
Cumhurbaşkanı, hükümetin olumlu bulduğu İmralı’nın 10 maddelik talebine ve kurulması kararlaştırılan “izleme komitesine” karşı çıkıyor.
Daha önce de MİT Müsteşarı’nın istifası ve aday adayı olmasına karşı çıkmıştı. O karşı çıkış MİT Müsteşarı Fidan’ın aday adaylığından vazgeçmesine neden oldu.
Ancak “izleme komitesi” olayı aynı yumuşaklıkta çözülemedi.
Hükümet genel seçimlere doğru “çözüm sürecinde” sorunsuz gitmek isterken, Cumhurbaşkanı, MHP tabanının oylarına yönelmek adına farklı bir söyleme başladı!

Çatlak büyüyor
Bu farklı bakışlar Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç’ın, Cumhurbaşkanı’nı eleştirmesine ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in de (milliyetçi tabandan gelmektedir) Arınç’a sert yanıt vermesine neden oldu.

Kılıçlar mı çekiliyor?
Gökçek’in çıkışı üzerine Arınç’ın sözleri AKP’deki çatlamayı gözler önüne sermektedir. Gökçek için söylenen “Ankara’yı parsel parsel sattın” sözü öylesine söylenen söz değildir. Bilerek söylenmiş bir ithamdır.
Bu söz üzerine savcılığın harekete geçmesi de iddianın önemini ortaya koymaktadır.
Arınç’ın ima yolu ile söylemek istedikleri de ciddidir.
Hatta geçmişte “paralel yapı” ile nasıl işbirliği içinde olunduğunun yeni bir itirafıdır.
Son suçlamalar ile birlikte AKP’de iktidardan gitme korkusu, “açılım süreci” ve üç dönem kuralının sancıları, kılıçların çekilmesine neden olmuşa benziyor.
Kaç-Ak Saray sakini artık eskisi gibi rahat değildir.
Artık AKP’de mızrak çuvala sığmamaktadır.
İktidar gitmekte ve rant bitmektedir. Yani öküz öldü ortaklık bozuldu durumu yaşanmaktadır. Kurdurulan partilerin sonu böyle olur. Tıpkı ANAP gibi... Kuruluşu da sonu da birdenbire olur!
Muhalefete düşen görev Arınç’ın sözlerinin üzerine gitmeleridir.  

HİLMİ TAŞKIN Eğitimci-Yazar



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları