Minderde Kündeye

01 Nisan 2015 Çarşamba

Bir İran’dan gelen açıklamalara bakın, bir Türkiye’den yapılanlara. Utanmayıp da ne yapabilirsiniz? Neler yok ki! Bölgedeki sorunların çözümünde mezhepçi masal âlemlerinde stratejiler çizen, ‘yumuşak güç’ retoriğini bile yüzüne gözüne bulaştıran, hamaset, örtülü tehdit, mezhepçilik yüklü bir üslup... Mısır ve Suud oryantasyonlu cephenin sancaktarlığına soyunarak kendi kendini de aşan, dün söylediğini bugün unutan cinsten bir ilkesizlik. Uluslararası ilişkileri, uluslararası planda icra edilen memleket meseleleri olarak değil Türk halkına şov yapmaktan ibaret sananlarla bu kadar olabilir işte. Diplomasi dilini kullanmayı beceremeyenler ancak kuru kabadayılığa soyunabilir.

***

Maalesef Türkiye’yi yöneten siyasi heyet, memleketin dünyadaki duruşunu bu hallere getirdi. Son iki yılda ‘şahlandırılan’ Sünni mezhepçi duruşun irrasyonel ruhu, alttan alta kaynatıldıktan sonra İran’la ilişkilerde cisme bürünüyor. ‘İkinci evimiz’ denilen yerlerde artık ‘misafir olamayacak’ haldeyiz. Araplar birbirlerini de yerler, aralarında pat diye anlaşabilirler de... 20’nci yüzyıl tarihlerine bakın, neler görürsünüz. Lakin bu coğrafyada bir Türkiye’yi, bir İran’ı, bir İsrail’i son tahlilde ve doğal olarak kendilerinden saymazlar. Alın geçen hafta Arap Birliği zirvesinde Genel Sekreter Nebil el Arabi’nin ifade etti hakikati. Arabi, Türkiye’yi İsrail ve İran ile birlikte Arap ülkelerine müdahale eden güçler arasında sayıverdi.

***

Türkiye ile İran, 1979’daki İslam Devrimi’nden beri farklı rotalar tuttursalar da husumetlerini alttan alta yürütseler de rekabet eşliğindeki işbirliğini, diplomatik adaba uygun tutturmuş ülkelerdir. Türkiye, Irak-İran savaşında olanca baskılara rağmen İran’a ambargo uygulamamış nadide bir örnektir. Reza Zarraf/Babek Zencani dönemlerinin hatırı bir yana, 5 yıl önce Brezilya ile birlikte İran için nükleer takas anlaşmasıyla ‘şov yapan’ tutkulu âşıktan mezhepçi nefrete yelken açabilen tıynette olanlarla zor elbette.
Hanımlar beyler, beğenmediğiniz ‘Eski Türkiye’de Türkiye ile İran ilişkilerini insana ‘ilkokuldan itibaren’ belletirlerdi. Hiç zor da değildir. Ortalama bir zekâ ve birikim edinen anlar. İran ile Türkiye bilek güreşine girerse, ikisinin de bileği ya incinir ya kırılır. Bu 300-500 senedir böyledir. Bunu ‘Evlad-ı Fatihan’ da, İranlılar da, bugün ‘monşer’ diye küçümsediğiniz, kalitelerini mumla arar hale geldiğimiz Türk diplomatları da gayet iyi bilirler...

***

İkincisi İranlı diplomatlar zekâsı ve belagatı çok yüksek kişilerden seçilir. En büyük hasımları Amerikalılardan bile saygı görmelerinin sebebi vardır. İran da bizim gibi köklü bir uygarlıktır. Devlet geleneği olarak da ‘yarı-Türk’ bir uygarlıktır. Neyi, nerede, nasıl söyleyeceklerini iyi bilirler. Bizi bizim kadar bilirler, hem de şimdi bizi temsil eden akıl fikir yoksunlarının İranlıları bildiklerinden çok daha iyi bilirler.

***

Yani İran-Türkiye ilişkileri, Arap prensleri misali sonradan görme kabile reisleriyle hoşbeş etmeye gelmez, diplomaside hele, fena kündeye getirirler. Bilen bilir, güreşte bir zaman bir biz vardık, bir onlar... El enseyi biz çekerdik, kündeyi onlar atardı! O zamanlar güreşte doping yapan sporcumuz olmazdı, hepsi pehlivandı üstelik. Şimdi bizim dil, yol, izan bilmez mezhepçiler kendilerini pehlivan zannediyor ki, doğrudur. Minder Ortadoğu ise onlar pehlivandır, ama yenilmeye doymayan cinsten.
Türk dış politikası işin ehillerinin elinde olsa Türkiye Yemen’de sorunun BM çerçevesinde barışçı çözümünden yana güçlü ve olumlu duruşunu sergilerdi. Hiç aram olmadı lakin geçen hafta en mühim sözü herhalde
Nasrallah söyledi: “Sorun sizsiniz,yanlış politikalarınızla başarısız oldunuz.Bölge halklarını İran’a sevk eden sizlersiniz.Bu sizin sorununuz, İran’ın değil.”
Kıssadan hissesi, 7 Nisan’daki ziyaret yapılsa ne olur, yapılmasa ne olur...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

ABD’de darbe tehdidi 7 Eylül 2018
Zaharçenko darbesi 5 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları