Olaylar Ve Görüşler

AKP ve Diyanet

03 Nisan 2015 Cuma

AKP iktidarı 2002’den beri, tahayyülünde olan düzeni ve toplumu oluşturmak amacıyla, bir takım sosyal mühendislik faaliyetlerine girişmiş bulunmak tadır.

AKP iktidarının siyasi ve hukuki yapılanmalarla sürdürülen faaliyetlerin en temel araçlarından biri de Diyanet İşleri Başkanlığı’dır.

1924 Türkiyesi’nde
Bunda da şaşılacak bir durum yok; malum 1924’te Cumhuriyet Türkiyesi’nin temel yapı taşlarından biri olarak, din hizmeti sunmak için oluşturulmuş bir kurum.
Evet, bir modernite projesi olarak kurulmakta olan Cumhuriyetin kurucuları için din kurumu bir yandan bir rakip hatta tehlike; ama bu olgu karşısında seçenekleri pek fazla olmayan bir konumda kaldıkları da görülmekte.

Laik düzeni korumak
Ya din olgusu hiç yokmuş gibi davranacaklar ya da yönelmekte bulundukları laik devlet modeline en az ters düşebilecek bir çözüm arayacaklardı.
Din olgusunu “yok” farz edemeyecek kadar basiret ve ileri görüş sahibi olan Cumhuriyetin kurucularının, bu kuruma başlıca iki işlev yüklemiş oldukları gözlemlenebilmekte:
Bir kamu hizmeti sunmak ve bu hizmeti sağlayan personeli gözetim altında tutmak suretiyle laik düzeni korumak.
Böylece Diyanet kurumunu tahayyül ettikleri toplumu oluşturmak için en önemli aygıtlardan biri halinde örgütleyerek, bu amaca yönelik olarak “din konusunda toplumu aydınlatma” babında dini bilgi yani resmi din ideolojisi üretilmesi sağlanıyor.
AKP’nin de Diyanet kurumu ile ilişkisi bu anlayışla birebir; ancak tahayyül edilen toplum farklı.

Erdoğan’ın fetvaları
Dolayısıyla yeni “fetvalar” Erdoğan’ın, “Sezaryenle doğuma karşıyım, kürtajı cinayet olarak görüyorum. Ha anne karnında bir çocuğu öldürürsünüz ha doğduktan sonra. Hiçbir farkı yok.”, “Dindar bir nesil yetiştireceğiz” gibi beyanları doğrultusunda.
Bunun en son örneklerinden biri de Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait, “fetva mercii” olarak işlev gören Dini Soruları Cevaplandırma Platformu’na yöneltilen “Tüp bebek yöntemi ile çocuk sahibi olmak caiz midir” sorusuna verilen cevap.
Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı, bu konuda 5 Ocak 2012 tarihinde kadın veya erkekteki “bir kusur nedeniyle”, “tabii ilişkiyle gebeliğin gerçekleşmesinin mümkün olmadığı” durumlarla ilgili karar verdiğini hatırlattı.
Bu kararda, “döllendirilecek yumurta ve sperm, her ikisinin de nikâhlı eşlere ait olması, yani bunlardan herhangi birinin yabancıya ait olmaması; döllenmiş olan yumurta, başka bir kadının rahminde değil de yumurtanın sahibi olan eşin rahminde gelişmesi; bu işlemin, gerek anne, babanın; gerek doğacak çocuğun maddi, ruhi ve akli sağlığı üzerinde olumsuz bir etkisinin olmayacağı tıbben sabit olmak şartıyla tüp bebek yöntemine başvurmakta bir sakınca yoktur” denildiği belirtildi.
Bu konuda verilen fetvanın sonunda, taşıyıcı annelik hususunda şu ifadeler yer aldı:
“Fiilen nikâhlı olmayan kişiler arasında başlayıp sonuçlanmayan tüp bebek uygulaması, insanlık duygularını rencide etmesi ve zina unsurlarını taşıması sebebiyle caiz değildir.”

Yurtdışında Diyanet faaliyetleri
Diyanet’in faaliyetleri yurtiçiyle sınırlı değil; 1971 yılından itibaren “yurtdışındaki vatandaş ve soydaşlara” da din hizmetleri sunmaya başladı.
Üstelik Türkiyeli vatandaşların yoğun olarak bulunmadığı ancak Müslüman nüfusun yoğun olduğu Balkanlar, Kafkasya, Orta Asya ve Baltık ülkelerinde “misyon faaliyeti” olarak tanımlanabilecek çalışmalar da yürütülüyor. Yani Diyanet, AKP’nin dış politikadaki aktif siyaset niyeti bağlamında da çok önemli bir araç.
AKP hükümetinin 2010’da kurduğu “Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı” ile 1982 Anayasası’nın Diyanet’e vermiş olduğu “milletçe dayanışma ve bütünleşme görevi” de göz önüne alınınca milliyetçilik ve din kurumu mayasıyla, zaten aşina olunan bir siyasanın nasıl koyulaştırıldığını görmemek mümkün değil.
Malum otoriter rejimlerin gerek beden gerek fikir üzerinden yurttaşlarını kontrol altında tutması en tipik özellikleri.

Seçimler
AKP’nin de ilerlediği bu yolda çıtasını yükseltmesinde hayret edilecek bir durum yok.
Ancak evrensel insan hakları, bireysel özgürlükler ve hukukun üstünlüğünü amaçlayan bir siyasal yapıyı arzulayanların da tercihlerini seçimlerde mutlaka ortaya koymasından başka çare kalmamış durumda!  

Prof. Dr. İŞTAR GÖZAYDIN

 

 

Kadın ile Erkek Eşit mi?

 

Hakkaniyeti sağlayabilmek için, farklı insanlara eşit değil, var olan eşitsizlikle ters orantılı davranmak gerekmiyor mu?

Sanıldığının tersine kadın ile erkek pek eşit değil. Kadın ile erkek farklı mı? Evet, farklı. Eşit olsalar, farklı olabilirler miydi? Kestirebilmek kolay değil.

Eşit hak: Bir burjuva kavramı
Eşit hak ve eşitlik, özünde birer burjuva kavramıdır.(1) Elbette feodal döneme göre ileri bir adımdır.
Kapitalizmden sosyalizme geçiş döneminde de bu kavramın önemli bir yeri olacağını biliyoruz. Ama unutmayalım ki eşit hak kavramı biraz sakat bir anlayışın ürünüdür.
Ekonomik eşitsizliğin olduğu bir karmaşa içinde, sermaye sahibi ile emekçi eşit mi?
Önlerinde eşit fırsatlar mı duruyor?
Kadın ile erkeğin önündeki fırsatların eşit olduğunu kim söyleyebilir?
Hak kavramı ve bu kavramın yaşamdaki uygulaması, toplumun ekonomik yapısından ve bu yapının belirlediği kültürel gelişim düzeyinden hiç bağımsız olabilir mi?
Şimdi biraz erken, ama toplum yaşamının daha ileri bir evresinde burjuva hak kavramının dar ufku olan eşitsizlik aşılabilecek.
Eşitsizliğin yarattığı adaletsizlikleri giderebilmek için, haklar eşit olarak değil, biraz eşitsiz olarak dağıtılsa daha doğru değil mi?
Gidişat öyle gösteriyor ki ancak zihin ve beden emeği arasındaki karşıtlık giderildikten sonra, emek yaşamın sadece bir geçim aracı değil, başlıca gereksinimi olabilecek.

Hakkaniyet
O zaman toplum herkesten yeteneğine göre alıp, herkese gereksinimine göre verebilecek. Gerçekten eşit olabilmek için hak ve nısfet (insaf) kurallarına uygun hareket etmek, hakkaniyet ölçülerine uygun davranmak kaçınılmaz bir zorunluluk olacak.
Eşitsizliğin sonuçlarını giderebilmek, hakkaniyeti sağlayabilmek için farklı insanlara kaba, soyut bir eşitlik anlayışı içinde eşit değil, var olan eşitsizlikle ters orantılı davranmak gerekmiyor mu?
Farklı iki insana eşit muamele etmek ne ölçüde doğru? Farklı iki kişinin somut gereksinimlerini göz önüne alıp buna uygun davranmak daha mantıklı değil mi?
Belki kadın ile erkek birbirinin eşitidir diyebiliriz, ama bir koşulla: Eğer biri öbürüne dayatıcı, başat konumda değilse.
Elbette kadın ile erkek eşit saygıyı hak ediyor, ama uygulamalar hiç de hakça değil. Kadın eve kapalı, mutfağa bağımlı kaldıkça özgürleşemiyor bir türlü.
Dünyanın en zengin ülkesi sayılan ABD’de kadın çalışanların çoğunun ücretli annelik izni bile yok.
Sanki şaka gibi: Avrupa’da kadın tuvaletlerinin önündeki kuyruğun uzunluğu erkek tuvaletinden üç kat fazla.

Kaba eşitlik hakkaniyeti zedeler
Teraziyi dengeye getirebilmek için hafif olan kefeye dara konulur.
Ancak iyi hesaplanmış bir eşitsizlik, hafif kalan kefeye konulacak taş, demir parçası gibi ağırlıklar kadınlar için hakkaniyeti sağlayabilir.
Kaba bir eşitlik anlayışı teraziyi dengeye getirmiyor.
Öyleyse, yaşamın her alanında başta kadın emekçiler olmak üzere, bütün çalışanlardan, çocuklardan, engellilerden, toplumun korunmasız kesimlerinden, kısacası eşitsiz çoğunluktan yana ağırlığı koymak gerekiyor.

(1) Karl Marx, Gotha Programı’nın Eleştirisi, 1875.  

CAVLI ÇULFAZ Siyaset Bilimci



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları