Küreselleşmiş dünyada gençlik

02 Ocak 2014 Perşembe

Gençlerin ideolojisi: Bağımsızlık

Gençlerin özgürlük anlayışı ile iktidarın otorite anlayışının çatışması bitmeyecek

Günümüz gençliğinin tüketim kültürünü bütünüyle kabul ettiğini söylemek yanlıştır ve gerçeklerle bağdaşamaz.
Gençlik doğası gereği “araştıran” ve “deneyen” bir dönemdedir.
Her şeyin tüketime dönük olmasında, hızla yaşanan hayatların eksensiz iniş çıkışlarında çok şey sorgulanmaktadır.
Bunların başında “yaşamın anlamı” gelir.
Yaşamımızın anlamı nedir?
Yaşamımıza anlam katan nelerdir?
Yaşam değerlerimiz nelerdir?
Bütün bunları “kullanılan markalar” olarak tanımlayan, “ancak sahip olarak üstün olmayı öneren” bir tüketim kültürünün yarattığı boşluk nasıl doldurulabilir?
Bu boşluğu dolduracak “düşünbütünlüğü-ideolojiler” genel olarak ikiye ayrılabilir:
Birincisi, Aydınlanma ve Rönesans ile yaygınlaşan evrensel, insan odaklı akıl ve irade ile düzenlenen yaşam.
İkincisi, geleneksel, din ağırlıklı doğaüstü güç odaklarına bağımlı akıl ve irade ile düzenlenen yaşam.
Birinci seçenek, laik eksenli bir insan ve toplum yaşamını düzenler. Bu yaşamda inanç kişinin seçimidir ve bunu yaşamakta özgürdür.
İkinci seçenek, geleneksel din eksenli bir inançlı insan ve toplum düzenidir. Bu yaşam biçiminde kişinin yaşamını geleneksel din kuralları belirler.
Ortaçağda Avrupa ülkeleri de ikinci seçenekle yaşamışlardır. Katolik dini toplum yaşamını kendi inanç egemenliğiyle düzenlemiştir. Engizisyon ve aforoz da uygulama silahları olmuştur. Aydınlanma ve Rönesans ile Avrupa laik bir yaşam biçimine geçmiştir.
Küreselleşmenin hızla toplum değerlerini değiştirmesi, toplumları korkutarak eski güven adalarına sığınmaya yöneltmiş ve bütün toplumlarda geleneksel dinler yükselmeye başlamıştır. Özellikle Amerika’da din yeniden yükselmiş, Hıristiyanlık da İslam da yükselişe geçmiştir. İnsanlar yaşam anlamındaki boşlukları bir biçimde doldurmak istemektedirler.
Küreselleşmenin ürküttüğü kitlelerin bir başka sığınağı da “etnik kimlikler” olmaktadır. Bu hızlı değişimin yarattığı boşluktan kurtulmak için “etnik kimlikler”e sığınmak insan topluluklarını ayırmakta, birlikte barış içinde yaşamayı engellemektedir.
İnsanlar, kendilerini ortak özellikleriyle değil, farklı oluşlarıyla tanımlamaya çalışmaktadır.
Günümüzün laik kesim gençliğinde tüketim kültürü etkin olmakla birlikte düşünce-eylem planında doğan boşluk “gençlerin özgürlük-kendini ifade etme hakkı-bağımsızlık” temelinde yeni bir anlam kazanmıştır.
Burada Facebook ve Twitter gibi sosyal medya ortamlarının getirdiği hızlı iletişimin yararlarını görüyoruz.
Özgürlük-kendini ifade hakkı-bağımsızlık
Gençler bu hakkı bilmekte, istemekte ve toplumsal ortamda kendilerinin bu haklarla kabul edilmelerini istemektedirler.
Gezi Parkı ile simgeleşen gençlik eylemlerinin anahtarı buradadır. Bu gelişimi hem göremeyen hem de kabul edemeyen siyasal iktidar büyük bir çatışma yaratarak gençleri sindirmeyi görev bilmiştir. Bu kavrayış eksikliği bütün yurda yayılan iktidar karşıtı gösterilerin başlangıcı olmuştur.
İşte bu noktada çatışan anlayış, gençlerin çağdaş “özgürlük-kendini ifade etme hakkı-bağımsızlık” anlayışı ile siyasal iktidarın otoriteye bağımlı, otoriteye itaat eden, kendini ifade hakkını otoriteye bırakan gençlik anlayışı arasındadır.
Bu çatışma bitmemiştir ve bitmeyecektir. Çünkü tarihsel planda iki ayrı anlayış, iki ayrı düşünbiçim-mentalite çatışmaktadır.
Günümüzün gençliğini anlamak
Anlamak, elbette körü körüne kabul etmek değildir.
Günümüzün gençliğini önyargılardan uzak kalarak anlamak birinci adımdır.
Günümüzün gençliği elbette küresel kültürle, dijital kültürle yaşamaktadır. İkinci adımda, artık bütün kuşakların küresel kültürü anlaması, dijital kültürü bilmesi gerekmektedir.
Küresel kültürün dayandığı tüketim olgusunun neleri kaybettirdiğini bilmeliyiz. Bunlar:
Kendinden başkasını düşünmemek. Sosyal sorumluluk kaybı.
İnsanın metalaşmasını doğru kabul etmek.
Emek vermeden elde etmeyi normal görmek.
Hayatı fırsatlardan ibaret saymak.
Hak edilmeyen hedefi kendinin saymak.
Kendisini hep başkalarının gözüyle görmek.
Görüntüyü önemseyip kendisi olmayı atlamak.
Hiç kimse dünyayı ve yaşamı kendisinden ibaret göremez. Herkes için kendi dışındaki dünyayı “görme-kabul etme-katılma” biçimi vardır. Önemli olan bu kabul biçimini “sorumluluk-kararlılık-katılımcılık” ekseninde düzenlemektir.
Sorumluluk-kararlılık-katılımcılık
Çocuklarımızı, ergenlerimizi, gençlerimizi öncelikle bu eksende düşünsel-duygusal bilince kavuşturmalıyız.
İşte burada, geniş bir dünya vizyonu, dünya kültürleri ile tanıştırma, yaşam değerlerini görme-anlama, hepimizin kendimize, toplumumuza, dünyaya, yaşama karşı sorumluluklarımızı kavrama görevlerimiz vardır.
Bu görev, aktarma ve anlatma yöntemi ile değil, soru sordurma, tartışma, yorumlama ile benimseme yoluyla olmalıdır.
Günümüzün gençliğini “ezberci eğitim” ile yükleyerek elde edilecek hiçbir şey yoktur.
Hemen yapılması gereken her konuyu görerek, anlayarak, sorarak, tartışarak, yorumlayarak paylaşan, eğitimi ortak bir bilgi üretimine çeviren “eleştirel düşünce eğitimi”ne geçmektir. Bu yapılmadığı takdirde ki, siyasal iktidarın eğitim anlayışı tam tersi yöndedir, daha da gerilere gideceğimiz açıktır.
Sorun, okul-dershane tartışmalarının çok dışında, eğitimin niteliğindedir. Günümüz gençliğinin ise bu köhne yöntemlerle geliştirilmesi söz konusu bile olamaz.
Eğer okullarda bu yönde bir eğitim uygulanamıyorsa, çağdaş yerel yönetimlerin bu doğrultuda eğitim programları yaparak yaygın çocuk-genç eğitimine başlamalarını öneririz.
Sorumluluk-kararlılık-katılımcılık” eğitimi her yaşa göre uyarlanmış programlarla 3-18 yaşlar arasında başarıyla uygulanabilir.
Bu konuda dijital sistemlerle online eğitim de yapılabilir. Belirli sürelerde yapılacak toplantılarla da grup eğitimleri pekiştirilir.
Bu eğitim, hem bireyin olgunlaşmasına katkı sağlayacaktır hem de doğru bir sosyal sorumlulukla ülke geneline demokratik sürece olumlu katkılar yapacaktır.  

Günümüzün görevi insanı yeniden kazanmak

Günümüzün çok önemli bir görevi vardır: 
İnsanı metalaşmaktan kurtarmak ve yeniden kazanmak. 
Kendimizi yönetmeyi yeniden öğrenmek. 
Tüketim kültürünün yönlendirdiği “sen, sahip olduğun şeysin” yanılsamasından kurtulmak. 
Kişiliğimizi satın aldığımız nesnelere teslim etmekten kurtarmak. 
Yaşamımızı uluslararası şirketlerin tüketim saldırısından kurtarmak. 
Ekran fetişizmini anlamak ve onu kullandığımız bir araç yapmak. 
Küreselleşmeyi paranın ve metaların değil, emeğin ve insanın küreselleşmesi yapmak. 
Çılgınca rekabetin yerine insanca dayanışmayı koyarak yaşamak. 
Yaşam değerlerini, sahip olunan metalarla değil, sahip olunan insan değerleriyle tanımlamak. 
Kaybedilen dürüstlüğün, sorumluluğun, dayanışmanın, barışın, başkasını anlamanın, birlikte yaşamayı öğrenmenin asıl değerler olduğunu bilmek. 
İnsanın yaşamını doğaüstü güçlere teslim etmeden, kendi aklı ve iradesi ile yaşamanın gücünü anlamak ve anlatmak. 
Dünyayı yağmalanacak topraklar olarak görmekten vazgeçip, onunla yaşadığımızı bilerek, doğaya saygı göstererek yaşamak. 
Doğaya egemen olmanın yerine, doğanın bir parçası olduğumuzu bilerek yaşamak. 
İnsanlar olarak, birbirimize hükmetmek yerine, birbirimize saygı duyarak yaşamayı öğrenmek. 
İnsanı metalaştıran, onu da alınır satılır kılan, bunu da küreselleşme olarak sunan yanılsamaya teslim olmamak. 
İnsanı yeniden kazanan, evrensel değerlere sahip çıkan, insan aklı ve iradesini yaşamın ortak değeri yapan anlayışı paylaşmak. 
Bu görevler, çocukları ve gençleri olduğu kadar toplumun bütün bireylerini, erişkinleri, anneleri babaları, kadınları erkekleri kapsamalıdır. 
Çünkü, günümüzde herkes, hiç farkına varmadan, yavaş yavaş alışarak geçerli sistemin bir parçası olmaktadır. Bir süre sonra da yaşanan her şey hayatın doğal akışı sayılmakta, değişimin ne olduğu sorgulanmamaktadır. 
Oysa, Sokrates’in dediği gibi: 
Sorgulanmayan hayat, hayat değildir. 
Günümüzün görevlerine hep birlikte sahip çıkalım. 
Teslim alınmaya çalışılan yaşamımızı kendi ellerimize alarak kurtaralım. 
Güncel görevimiz budur...  

BİTTİ



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Istakozun intikamı! 22 Nisan 2024
Özeleştiri?... 8 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları