Şaka Gibi

16 Nisan 2015 Perşembe

Davutoğlu, AKP’nin 14 yıldır yaptıklarının tam tersini savunan, şaka gibi bir beyanname açıkladı...
“2023 Yeni Türkiye Sözleşmesi: Yüzüncü yıla atfen yüz madde...” diyerek sunduğu seçim beyannamesi, “Başkanlık rejimi” için hazırlanacak yeni bir anayasa kavramı üzerine oturtulmuştu.

***

Önerdiği “yeni anayasayı” anlatırken 14 yıllık iktidarlarında ne yaptılarsa tam tersini savundu:
Sanki, son “İç Güvenlik Paketi’ni” çıkaran, medyayı ezen, temel hak ve özgürlükleri sınırlayan ve kısıtlayan AKP değilmiş gibi, bu özgürlüklere dayalı bir “Başkanlık rejimi” vaat etti.
Hukuk devletini yerle bir eden, adaleti bütünüyle iktidarın emrine alan kendileri değilmiş gibi, yargı bağımsızlığı vaat etti.
Sosyal Devleti, sadaka devleti haline dönüştürmemişler gibi devletin sosyal görevlerini vurguladı.
Sanki Erdoğan yargı denetiminden şikâyet etmiyormuş ve bu denetimin dışında kalacak, “Türkiye’ye özgü bir başkanlık” rejimini savunmuyormuş gibi, yargının denetlediği bir yürütme erki kuracaklarını söyledi.
Sanki bütün piyasa ve serbest rekabet koşullarını ihlal eden ihaleleri yapanlar, kupon arsalara el koyanlar kendileri değilmiş gibi, girişim özgürlüğünden, demokratik hukuk devleti ile kalkınma arasındaki ilişkiden söz etti.
4+4+4 ile ve normal liseleri İmam Hatip Lisesi’ne dönüştürerek eğitim düzenini altüst edenler, öğrenciler ve veliler üzerinde baskı oluşturanlar sanki başka iktidarlarmış gibi, “çağdaş eğitim” sözü verdi.

***

Aslında beyannameyi okumaya başlamadan önce yaptığı konuşma bu eylem ve söylem çelişkisinin ip uçlarını veriyordu:
Bir yandan 17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarını “provokasyon” diye niteliyor, öte yandan “AK Parti bir erdemliler hareketidir” diye devam ediyordu.
Sanki Cumhuriyet döneminin en ağır yolsuzluk iddialarıyla karşı karşıya kalmamışlar, Deniz Feneri, 17-25 Aralık soruşturmaları, kol saati gibi iddialar ortada yokmuş gibi, “Bizim davamız bir ahlak, bir erdem davasıdır” diyebiliyordu.

***

Konuşma metni acemice hazırlanmıştı ve acemice okundu:
Bilemiyorum, metinde mi vardı yoksa konuşurken kendisi mi öyle söyledi: Aynı anlama gelen “şeref” ve “onur” sözcüklerini birlikte kullandı; “atlı süvari” veya “Bab-ı Âli yüksek kapısı” der gibi oldu.
Ağrı olayı üzerinde özellikle durması tak-tik bir hataydı: Bir seçim beyannamesi açıklamasında bu özel olaya yer vermesi, yapılan spekülasyonların haklılığını düşündürdü.
Bütün muhalefet liderlerine ismen eleştiri yönelterek dikkatleri onların üzerine çekti ve hepsini muhatap aldı: “Reklamın kötüsü olmaz” ilkesini unutmuştu! (İnsanın aklına “Erdoğan yerine kendi isminin öne çıkması için cevap verilsin diye mi böyle yaptı?” sorusu geliyor.)
CHP’nin “alkış” kavramı üzerinde durarak bu sloganı güçlendirdi.
Muhalefete yönelttiği eleştiriler hem gerekçesizdi, hem de çok hafif, dedikodu düzeyinde kaldı.
“Biz kimseye hakaret etmiyoruz” dedi ama Bahçeli’yi şehit cenazeleri beklemekle, Demirtaş’ı da hainlikle suçladı.
Katılan kalabalığa sorular sordu, yanıtları beklemeden sanki yanıt almış gibi, konuşmasına hiç ara vermeden devam etti, böylece konuşmanın mantığını bozdu.

***

Konuşmanın eğlenceli taraflarıda vardı:
Papa’nın da tam seçim sırasında AKP’ye karşı muhalefet cephesine katıldığını ima etti.
Demirtaş’ın İstanbul’da başka Ağrı’da başka konuştuğunu söyledi ve bunu “Bukalemun siyaseti” olarak niteledi...
Böylece siyasal literatürümüze, kendi partisinin iç ve dış politikada yıllardır yaptığını anlatacak bir terim armağan etti.
Gelecek için “Milletimiz kendi yöneticilerini seçmeye devam edecektir” gibi büyük müjdeler(!) verdi.
Oy beklentisini yüzde 60’a çıkardı.
Twitter ve Facebook’u kapatanlar, sosyal medyayı en büyük tehdit ilan edenler kendileri değilmiş gibi, gelecekte demokrasi açısından “Halkın yeni katılım kanalları geliştirilecektir” dedi...
Twitter’cılar şimdi herhalde “caps” peşindedir.
İstanbul’un trafik sıkışıklığında konuşmayı dinleyenleri en çok güldüren (tepkilerini aynıyla yazamayacağım) ifade ise “Çevre ve şehir bilinci konusundaki duyarlılığımız...” sözü oldu.
Bu konu üzerine yolda duyduğum ve yazabileceğim bir espri, “Yeni Türkiye’nin inşasından mı söz ediyor, inşaatından mı” biçiminde oldu.

***

Ve şaka bir yana asıl hayati soruyu soralım bitirirken:
Kılıçdaroğlu’nun konuşmasına kaç televizyon kaç dakika ayırmıştı?
Davutoğlu’nun konuşmasına kaç televizyon kaç dakika ayırdı?
Yüksek Seçim Kurulu ve Radyo Televizyon Üst Kurulu acaba serbest, şeffaf ve adil bir seçim için üstlerine düşen sorumlulukları yerine getiriyor, görevlerini yapıyorlar mı?
Anayasa Mahkemesi bütün bu olup bitenleri ve örneğin Erdoğan’ın Başkanlık Rejimi propagandalarını izliyor mu?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları