Muğlaklığın Dayanılmaz Cazibesi

18 Nisan 2015 Cumartesi

AKP’nin beyannamesinde Kürt sorununun çözümü konusunda yapılacaklarla ilgili kimi ipuçları davar. Örneğin yeni yapılacak anayasada “herhangi bir etnik ya da dini kimliğe referans olmayacağı” vurgulanmakta ve şunlar söylenmekte:
“Yeni anayasa milletimizin kültürel ve toplumsal çeşitliliğini tanıyan ve herhangi bir etnik veya dini kimliğe referans yapmayan bir vatandaşlık tanımını esas alacaktır. Yeni anayasa toplumun herhangi bir kesiminin dışlanmasına yol açacak değer yargıları ve siyasi tercihleri barındırmayacaktır.”
Bu ifadeler, Kürt sorununun çözümü açısından oluşturulacak yeni anayasada Türk sözcüğünün kullanılmayacağı olasılığını güçlendiriyor.
Belli ki, önümüzdeki günlerde bu konu fazlaca tartışılacaktır.
Hemen belirtmek gerekir ki, bu çözüme itiraz edenler, Türk sözcüğünün bir etnik aidiyeti ifade etmediğini, bir üst kimlik olduğunu söylemektedirler. İleri sürülen savlar, kuramsal açıdan ne kadar geçerli olursa olsun, tartışma, tarafları bir yere vardırmadığından, önemini yitirmiş görünmektedir.
Kuşkusuz, anayasada Türk sözcüğüne atıftan vazgeçilmesinin, Cumhuriyetin kurucu felsefesiyle ne kadar bağdaşacağı tartışma götürür.
Ama kabul etmek gerekir ki, ülkemizde kamuoyu bu konuda kimi çözümleri kabul yolunda mesafe almıştır.

***

Ülkemizde artık Kürt kimliği tartışılmamakta ve yadsınmamaktadır. Anayasada kimi sözcüklerin kullanılmaması, güç de olsa aşılabilecek bir sorundur.
Kürt kimliği artık gerekli saygıyı görmekte ve bu konudaki istemler anlayışla karşılanmaktadır.
Artık bu noktalar mesele olmaktan çıkmıştır.
Şimdi sorun Kürt kimliğine gösterilen saygının, kendi varlığının bilincine varmış olan Kürtleri tatmine yetip yetmeyeceğidir.
Demokratik açıdan bütün etnisitelere saygı, hepsinin eşitliği gibi hususlara uyma konusunda geniş bir mutabakatın çözümün temelini oluşturması, ancak bütün tarafların bunları çözüm için yeterli saymaları halinde mümkündür.
Ama sanırım bugün artık son nokta aşılmış, Kürt halkı, salt bundan doğan kolektif haklar talep etme aşamasına gelmiş bulunmaktadır.
Çözüm süreci ve müzakere edilecek on madde derken, çok çeşitli kesimlerin zihninde biçimlenen çözümler birbirlerinden çok farklı birbirlerine çok uzak konumdadırlar.
Demokratik özerklik sözü, geniş kesimlerde Kürt kimliğine gösterilecek saygı, bütün etnisitelere eşitlik, Kürtçe öğrenme özgürlüğü, Kürtçe yayın ve propaganda özgürlüğü olarak şekillenmekte, ama daha ileri gitmemektedir.

***

Oysa, Kürtler adına konuştuğunu ileri sürenlerin, Kandil’in, İmralı’nın, HDP’nin, demokratik özerklik derken kastettiği model bundan çok değişiktir.
Çatışmama halinden de devlet ile PKK’nin anladıkları çok farklı şeylerdir.
Biri bundan militanın silaha başvurmaktan vazgeçmesini murat ederken, öbürü de bölgede egemenliğin üç erkinin sessizce el değiştirmesi ve yeni statünün legalleşmesini anlamakta ve zaman zaman da bunu dayatmaktadır.
Bu durumda şu soru çıkıyor ortaya:
-Nasıl oluyor da, bu kadar farklı noktalarda olanlar, aynı hedefe yönelmiş görünebiliyorlar?
Sorunun yanıtı sanırım, muğlaklığın dayanılmaz cazibesinde yatıyor.
Her iki taraf da görüşlerini o kadar muğlak ifadelerle dile getiriyorlar ki konunun özünde görüş ayrılığı oluşturabilecek olan hususlar kamuoyunun gözünden kaçıyor.
Bu yolla avunup avutmak bir yere kadar gider, sonunda kaçınılmaz sınıra toslayıp durur.
Kürt sorununda o noktaya tam olarak varmadıysak da çok yaklaşmış bulunuyoruz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları