Masumlar

16 Haziran 2011 Perşembe

Masumlar'da, paralel bir yapıyla 40'lı yıllarda Haymana Ovası'nın ücra bir köyünde yaşananlarla Cambridge'de günümüzde yaşananlar anlatılıp görünmeyen ama ince ve sık bağlarla birbirine bağlanıyor. Romanın ana kahramanı Brani Tawo kendi hikâyesini belirsiz bırakmaya çalışsa da Haymana ile Cambridge arasındaki bağın kurulmasını sağlıyor.

Burhan Sönmez, Haymana'da yaşanan aşkları, ayrılıkları, ölümleri anlatırken duru ve sade anlatımla, kısa cümlelere simgeler ve imgeler yükleyerek masalsı bir anlatı kuruyor. Haymana bölümleri Brani Tawo'nun büyükannesi Kewe'nin öyküsü çerçevesinde çok kahramanlı, çok öykülü bir biçimde gelişiyor. Onların öykülerini aşklar, düşmanlıklar, hainlikler belirliyor. Ahmed Arif şiirinin duruluğunu ve imgesel yoğunluğunu hissediyorsunuz. Yaşar Kemal aynı öyküleri yazsaydı aynı anlatımı korurdu ama roman yüzlerce sayfa sürerdi diye düşünüyorsunuz.

Annesini ve yedi ağabeyini kaybeden Kewe küçük yaşta evlendirilmiş, çok geçmeden dul ve yapayalnız kalmış. Hayatta ve ayakta kalmak için yeniden evlenmiş, amelelik ve hizmetçilik yaparak çeşitli kasabalarda, köylerde yedi yıl yaşadıktan sonra tekrar köyüne dönmüş. Elinde radyosuyla dolaşan Hatip Dayı'nın, aşkı uğruna kendini dağlara vuran Ferman'ın, kocasından kaçıp köye sığınmış Pençeyüzlü Kadın ve delişmen kızlarının, tüm bu hayatları belgeleyen Tatar fotoğrafçının ve nicelerinin öykülerini okuyoruz.

Batı Cephesine ve günümüze gelince, Cambridge'de bu anlatım modern hayatın yoğunluğuna uygun kısa, kesik cümleler halini alıyor ama bir yandan da felsefileşiyor. Haymana'dan çıkıp gelmiş siyasi mülteci Brani Tawo'nun yaşadıklarını okuyoruz. Brani Tawo, yalnız bir adam, çevirmenlik yaparak geçiniyor, uykusuzluk hastalığı çekiyor. Uyumak için uğraştığı saatlerde telefonunu kapadığından ya da uzun mücadelelerden sonra derin uykulara daldığından bu hastalık gündelik hayatını da romanın gelişimini de belirliyor.

Brani Tawo'nun öyküsünü İngiliz edebiyatı üzerine doktora yapan İranlı göçmen Feruzeh'le tanışıp, dost ve sevgili olması ekseninde okuyor, anlıyoruz. Anlıyoruz diyorum, çünkü Tawo öyküsünü tam ve açık olarak anlatmıyor olayların akışı içinde parçaları yakalayıp öyküyü tamamlamayı okura bırakıyor. Tawo, Feruzeh'in arkadaşlarıyla, annesiyle tanışıyor. Humeyni'nin iktidara gelmesi ile babalarını katbetmişler, İran'ı terk etmişler, bir gün döneceğiz umuduyla yaşamışlar. İran'la hep bağları olmuş. Tawo onları bize anlatıyor ama kendi arkadaşlarını, Feruzeh'ten önce nasıl bir yaşamı olduğunu anlatmıyor. Feruzeh'le ilişkisi aşka doğru derinleşirken önemli bir kırılma yaşanıyor. Feruzeh, hastalanan kardeşini görmek üzere İran'a gidiyor. Tawo, uyumak arzusuyla sık sık telefonunu kapadığı için Feruzeh'in gittiğini öğrenemiyor, annesiyle, arkadaşlarıyla görüşüp bilgi alması da kolay olmuyor, zaman gerektiriyor. Tawo, Feruzeh'siz yaşayamayacağını anlıyor, onu bulmak için sahte pasaportla İran'a gitmeye karar veriyor.

Burhan Sönmez, Sabah'ta (17.05.2011) ve Birgün'de (29.05.2011) yayımlanan röportajlarında Marquez ve Salinger'ı örnek aldığını söylese, hatta romanda Marquez'e gönderme yapsa da romanını 'büyülü gerçekçilik' akımı ile bağdaştırmak pek mümkün değil. Hele Salinger'le nasıl bir kan bağı kurduğunu anlayamadım. Bence, Yaşar Kemal'in ketum bir evladı sayılabilir.

Masumlar yalın dilli ama yoğun bir roman. Akıcı ve çok ekonomik bir anlatımı, ince düşünülmüş bir kurgusu var. Burhan Sönmez, kısa cümlelerle arı bir dille masalsı bir anlatım oluşturmuş. Bazı bölümlerde daha çok anlatsa, ayrıntılara, ruh çözümlemelerine girse diyorsunuz. Bazen de, bu yalın, ekonomik anlatımda Wittgenstein'ın mezarına gittiği bölümde olduğu gibi 'bu kadar felsefe fazla değil mi' diye düşünüyorsunuz. Masumlar memlekete, çocukluğa ve aşka özlemin romanı. Sürgünün, yaşlanmanın ve ölümün insanı nasıl bir ruh haline getirdiğini felsefi göndermelerle sorguluyor. İyi de ediyor.

Hesse ve Poe

Bizde eğer sansasyonel değilse biyografi okunmaz, yayınevleri de biyografi yayımlamayı sevmez. Yapı Kredi Yayınları, ayrı bir diziye koymasa da iki kült yazarın, Hermann Hesse ve Edgar Allen Poe'nun biyografilerini yayımlayarak bu geleneği bozma yolunda önemli bir adım attı.

Hermann Hesse, özellikle Bozkırkurdu ve Siddhartha >ile Türk okularının da gönlünde taht kurmuş hemen her eseri Türkçeye çevrilmiş bir yazar. Ama onun hayat öyküsünün ayrıntılarını pek bildiğimiz söylenemez. O nedenle Benhard Zeller'in orijinali Rowolth'un meşhur biyografi dizisinden yayımlanmış olan Hermann Hesse'si (Nisan 2011, çev. Kamuran Şipal, Yapı Kredi yay.) iyi bir başlangıç.

Zeller, ünlü bir edebiyat araştırmacısı, Alman edebiyat arşivinin gelişimine önemli katkıları olmuş, Hesse ile ilgili çalışmalar yapmış. Rowolth, biyografi dizisinin kitaplarını işin uzmanına yazdırmakla kalmaz biz sıradan okurun kolaylıkla okuyabileceği belirli bir formatı da vardır. Biyografisi yazılan yazarın yaşamöyküsünün bütünlüğü içinde önemli eserlerine, yazarlık yaşamındaki dönüm noktalarına, sanatla, felsefeyle, siyasetle kurduğu ilişkilere de bakılır ve tüm bunlar ortalama 160 sayfa içinde halledilir.

Zeller, Hesse'nin yaşamöyküsünü soyundan sopundan başlayarak anlatıyor. Hesse'nin kendi yaşamından parçaları işlediği eserlerini izleyerek kronolojik olarak ilerliyor. 1877'de doğan Hesse, dindar ve entelektüel bir ailenin çocuğu. İsviçreli olarak bilinse de dedesi Estonya'dan göçmüş ve Rus-Alman kökenli. Eserleri kendi içine kapalı, bireysel sorunlarına yoğunlaşmış biri izlenimi verse de Hesse hep siyasi tavırını net olarak koyan, dünya meselelerini izleyen biri olmuş. Savaş karştılığı hayatında önemli bir tutuyor. Faşizme açık olarak tavır almış. Ama entelektüel verimini edebiyatla sınırlamış. Roman, öykü, şiir yanında, eleştirmen olarak büyük bir verimi ve ağırlığı olmuş. Gençlik çağlarında kitapçılık sonra da aktif olarak yayıncılık yapmış. Dergiler, kitaplar yayımlamış. Yazmaya, okunmaya adanmış görünen hayatında aşklara da yer olmuş. 1962'de ölene dek çok verimli ve Nobel dahil bir çok ödülle taçlanan bir edebiyat hayatı olmuş. Savaş dönemlerinde bile, tüm yayımlama güçlüklerine rağmen on binlerce okura ulaşmış, çok okunmuş, yazdıkları çok tartışılmış. Zeller'in biyografisi Hesse'nin yaşamöyküsü ve eserlerini 174 sayfada kısa ve öz olarak ama ayrıntıları, bilinmeyenleri atlamadan anlatıyor, büyük ustayı yeniden okuma arzusu uyandırıyor.

Bir başka kısa ve öz biyografi de hemen tüm eserleri Türkçeye kazandırılan Peter Ackroyd'un Poe: >Kısacık Bir Hayat'ı (Mayıs 2011, Çev. Esin Eşkinat, Yapı Kredi yay.). Bizim birbirinden ilginç romanları, anlatıları ile tanıdığımız Ackroyd, >The Times gazetesinin de baş kitap eleştirmeniymiş. William Blake, Thomas More, Charles Dickens ve T. S. Eliot gibi ünlüleri çağları ve çevreleriyle birlikte ele aldığı biyografileriyle de tanınıyormuş.

Edgar Allan Poe'nun gerçekten de kısacık (40 yıl) ama dolu dolu yaşadığı, eserler verdiği hayat öyküsünü yazmak pek kolay olmamış. Polisiyenin, bilim kurgunun öncüsü, Dünya şiirinin en önemli adlarından Poe, üzerinde çok çalışılmış, kitaplar yazılmış bir yazar ama Poe'dan geriye pek belge kalmamış. Poe'nun kendi hayatı ile ilgili anlattığı pek çok şeyin de hayal ürünü ya da özellikle çarpıtılmış hikayeler olduğu anlaşılmış. Ackroyd, hiç dipnot vermese de satır aralarından iğne ile kuyu kazdığını anlıyoruz. Poe'nun yaşadığı dönemin yerel gazetelerinin satır satır gözden geçirilip ipuçları arandığı metinden belli.

Öksüz ve yetim Poe'nun hayatı acılarla, yokluklarla, açlıkla geçmiş. Döneminde hiç sevilmemiş, önemsenmemiş, sıradan, popüler bir yazar olarak algılanmış. Küçük düşürülmüş, aşağılanmış. Kısa hayatı karnını doyurmak için gazetelere, dergilere sürekli yazarak, aşkların ve alkolün izini sürerek, bu dünyada varlığını bildirmek, kendini yalnız hissetmemek için yaptığı eylemlerle geçmiş. Peter Ackroyd, bu büyük yazarın kısacık hayatını 138 sayfalık kısa ama Poe'nun hayatının ve eserlerinin en küçük ve gizli ayrıntılarına kadar inen dopdolu bir kitapla anlatmış.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Ara Güler Müzesi 5 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları