Yüzsüzlükte Sınır Yok...

21 Nisan 2015 Salı

CHP’nin seçim bildirgesine ilişkin günübirlik değerlendirmeler, tartışmaların üzerine bir-iki gün sonra gelir-geçer bir yazı yazmayı düşünmüyorum... Orhan Bursalı’nın “Acil yardım iktidarı”, Çiğdem Toker’in “Yoksulluk ilk madde”.. vurgulamaları, CHP’nin sosyal demokrat kimlikli bir partinin seçim kampanyasında, ekonomiye, insana dönük yaklaşımlarında, 12 yıllık İktidarlarının açtığı yaraları onarmaya dönük çıkışlarını anlamdırmada, farkını koymada yeterince işlevseldi... “Yaşanacak bir Türkiye” sloganı doğru anlamı ile abartılı gerçekleştirilemeyecek sözler yerine, ayağı yerde, insandan yana öncelikler çerçevesini özetliyor...
“Gerçekleştirilemeyecek kadar abartılı, kaynak karşılıkları gösterilmemiş, sonuç olarak ucuz seçim vaatleri içerikli, nasılsa iktidar olunmayacağına göre seçmeni kandırmaya yönelik..” suçlamalarıyla ortak koro çıkışları ağır basınca, Kılıçdaroğlu’ndan gelen ilk çarpıcı yanıtın bir kez daha altının çizilmesini gerekli kılıyor... Ekonomiyi, ülkeyi büyüttüğü yargı kampanyası oluşturulmuş AKP iktidarları, Türkiye Cumuriyeti iktidarlarının tümünün 79 yılda harcadıları paradan çok daha fazlasını 12 yılda harcamışlardı. CHP, Kılıçdaroğlu, İktidarlarının 12 yıllık harcamalarında 1 trilyon 90 milyar dolarlık daha fazla kaynağı nereden bulduğunu sorguluyordu...
Dünya ekonomik dengelerinde gelişmekte olan ülkeler, Türkiye lehine esen rüzgârların, tarihin yaşanmış en olumlu sürecinde dışardan akan sıcak para ağırlıklı kaynakların kalıcı üretime, sanayiye dönüşmesinde diplere inilmişti. Cumhuriyetten günümüze yaratılmış kamu kaynakları, üretim birikimi hovardaca satılıp tüketilmişti. Ekonomik, piyasalar düzeni ekseninde büyüme olarak yansıyan göstergeler, gerçek üretim yerine başta inşaat, kalıcı olmayan yatırımlarla... Kayıt dışı, yüksek kâr, rant yaratma, taşeronlaştırma, ihale, yağma, vurgun zenginleri üretme eksenli, gelir dağılımında uçurum yaratan bir yapılanmayı, bozulmayı getirmişti... Sorun para değil, kaynağın nasıl, kimler için kullanıldığıydı...

***

Bu arada YSK, Cumhurbaşkanı’nın yemini, anayasal yetki sınırlarını aşarak, İktidarlarının, icraatın başı kimliği ile her konuda direktif içerikli söz seylemesini seçim yasakları içinde değerlendirecek yasal hüküm olmadığı açıklamasını yaptı... Böylece, bazen günde birkaç kez, televizyonlardan canlı yayımlanacak bir halka sesleniş gerekçesi yaratarak, çerçevesini yine kendilerinin çizdikleri Türkiye tipi başkanlık düzenine geçiş için 400, olmadı referanduma gidecek yeterli oy çağrılarında, İktidarlarının seçim kampanyasının başını çekme işlevi güçlendirildi... Cumhurbaşkanı’nın “Oy isterken parti adı vermiyorum ki..” sözleri, günümüzün kara mizah kültürü ile çok bir uyuşuyor gibi...
Dün 3. kez gerçekleştirilen, Saray merkezli Bakanlar Kurulu toplantısının gündemi de İktidarlarının tek, tartışılamaz liderliği algılamasının pekiştirilmesi... AKP’den vazgeçmekten kaygılı, çıkarları, inançları ya da korkuları ile biat etmeyi sürdürecekleri öngörülen seçmenleri gönüllü-gönülsüz rejim değişikliği, demokrasi dışı başkanlığa alıştırma eylemlerinin bir parçası...
İktidarlarının, icraatlarının eseri ekonomik, halkı ezen büyük sıkışıklıkta, kriz, kaosa ilişkin seçim kampanyası saptamaları, sloganlar bir başka yüzsüzlük, kara mizah konusu olabilir. Sanki 13 yılık iktidar icraatlarında, sivil diktatoryal icraatların, demokratik hukuk devleti ilkelerinin çiğnenmesinden sorumlu değiller... Canlarının istediğini yapamamışlar... Ekonomik sorunları, mutlak güce tek başına erişecek Başkan çözecekmiş...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bayram benim neyime? 9 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları