Pınar Öğünç

Ermenistan'da çiçek Türkiye'de bal olacak

26 Nisan 2015 Pazar

Önce Ermenistan’da Armavir’e bağlı Bagaran köyüne gitmiştik Agos’un fotoğrafçılarından Berge Arabian’la. Arada sınır olarak kimi yerlerinde on metreye daralan Arpaçay akıyordu. Sonra karşısındaki Azeri, Türk köyü Halıkışlak’a geçtik. Kapalı sınır yüzünden neredeyse 1200 kilometre yol yaparak ama.

Fotoğraflarla Bagaran ve Halıkışlak

Yemlik, kazayağı, yonca; evinde kalacağımız Cemal Sarıdağ’ın kızı Bilge’yle Arpaçay boyunca yürürken yerden taze otlardan koparıp dişleye dişleye nar çiçeği rengi bir binaya vardık. “Protokol” deniyor buraya. Suyun üzerinde, iki köyü yıllardır birleştiren tek ritüelin taşıtı, ilkel bir teleferik... Suyun coşkunluğuna göre aralıklarla, iki taraftan da temsilcilerin katıldığı heyet, bir Türkiye, bir Ermenistan tarafında buluşuyor. Öncelikli gaye suyun debisini ölçmek ve adil dağılımını sağlamaksa da, her heyet toplantısı birlikte yenilip içilen, hayattan hoşbeş edilen masalara dönüyor yıllardır.

Halıkışlaklı Muharrem Sarıdağ 1999’a kadar her şeyin elle ölçüldüğünü daha sonra makineye geçildiğini söylüyor. Yakınen biliyor, çünkü senelerce suyu o ölçmüş. “Annem aynı yemekleri yapar” diyor, “Genelde esmeriz, tiplerimiz aynı” diyor. Su protokolü vesilesiyle Ermenistan tarafıyla köyde herkesten çok temas edenlerden biri.

Bagaran tarafında bir bahçeye oturmuşuz, 70 yaşındaki Kacik Adinokivolk masaya kendi yaptığı alıç şarabından bir sürahi getirmiş. Soyadı aslında gençliğinden beri arkadaşları arasında kullandığı Rusça takma ismi; “benzeri olmayan kurt” demek. Kacik Amca gerçekten de nevişahsına münhasır bir kişi.

Kars’tan eski Bagaran’a, sonra Mirzahan’a, en son da şimdiki Bagaran’a, sülalesi dört sürgün geçirmiş. Kendisi su teknisyeni olduğundan senelerce bu “su protokolünde” yer almış. Zaten Halıkışlak’a geçince çok kişi “Kacik duruyor mu?” diye sordu bize merakla. Eski muhtar Kerim Acar “Çok şakalaşmamız vardır Kacik’le” dedi ondan haber aldığına sevinerek. Bir daldı gitti.

 

Sınır tanımayan arılar

İki köyde de gün çok erken başlıyor. Halıkışlak’ta ev sahibimiz Saime Abla, Bagaran’daki ev sahibimiz Kohar tavukları salmak, inekleri sağmak ve hayvanları çobana teslim etmek için 5-6 gibi kalkıyorlar. İki köy de tarım ve hayvancılıkla geçiniyor. Çoğu kendine yetecek kadar; yapılan peynirler, sütler satılıyor. Bunun dışında Bagaran tarafında bir Rus şirketinin genişçe bir tarım arazisi var. Kayısı, domates, patlıcan, karpuz... Bagaran erkeklerinin bir kısmı bu arazilerde çalışmaya gidiyor sabahları; ağır işçiliğin karşılığı Türkiye’deki asgari ücretin yarısı civarında. Üstelik bu şirket köy halkına kapalı olan askeri bölgedeki kimi tarım arazilerini de kullanabiliyor.

Halıkışlak’ta az sayıda arıcılık yapan da var. Cemal Sarıdağ onların çoğunun köy dışından gelenlerin kovanları olduğunu söylüyor. Bagaran’daki bahçelerinde çiçeklenmiş ağaçlarda dolanan bir arıyı gösterip demişti ki Zohrab Ghazarian “Bizim için maliyeti yüksek, buralarda arıcılık yapan yok. Bu gördüğün arı var ya, Türkiye tarafından geliyor. Ne güzel değil mi, gelip bizim ağaçlarımızdan da besleniyor, karşı köyde güzel ballar yapıyor. Bizim topraklarımız için de faydası var arıların gezmesinin. Tohumları dağıtıyor, toprağı güzelleştiriyor. Keşke insanlık da böyle olsa, güzellik yapmak için uğraşsa...” Bir de dileği var Zohrab’ın, bir gün o balın tadına bakabilmek.

Ağacın altındaki bu konuşmayı Halıkışlak’a geçince Cemal Sarıdağ’a aktarıyorum. Çok nüktedan, etrafındakileri kırıp geçiren bir kişi Cemal Abi. Başlayışından belli, bir espri yolda: “O arkadaş bilmez mi ki Türkiye’nin yüzde 90’ı sahtekârdır. Yollarız ona bal, o kendi çiçeği sanır. İçinde kimbilir neler var. Televizyonda görmüyor musun ne kadara bal satıyorlar, içine neler koyup?” Kendi de gülüyor.

 

“Karşı tarafa çok bakma”

Bagaran’dan Halıkışlak’ı en iyi göreceğiniz yer tepedeki mezarlık. Portreler resmedilmiş o gri taşlara baktığınızda az sayıda 1900 başı doğumlular da görüyorsunuz. Bahçelerin bittiği, yasak bölgenin başladığı tel örgülerin dibine gelince geçen arabalar daha iyi görülüyor Türkiye tarafında, camiden ezan duyuluyor. Belki tam o esnada iki gün sonra konuşacağımız Dursun Karadağ yine köyde işlerini bitirmiş, nehir kıyısında çayını içiyordu. Bizi görünce yanımıza koşmuştu Karadağ, meramımızı anlattık. Küçükken annesinin “Karşı tarafa çok bakma” dediğiyle başladı. “Ben Azeriyim. İnanır mısınız karşıdakilerle bir kelime konuşmanın özlemini duyuyorum. Eskiden Rus’tu, şimdi Ermenistan. Hepimiz insanız ya... Söyleyin bana, karşıda öcü mü var?”

İlginç, gerçekten konu 1915’e, “soykırım”a gelmezse Azerilerin yoğun olarak yaşadığı bu sınır köyünde hep buna benzer cümleler duyuyorsunuz. “Soykırım” dili değiştirebiliyor. Örneğin Karabağ meselesi, bir kez “soykırım belası” diyen gençler tarafından dile getiriliyor. Onlar “sınır mınır” gibi “light” konularla ilgilendiğimiz için de kınamıştı zaten bizi. “Geçmişte kendi yaptıkları yüzünden tehcir edilen” Ermenilere karşı “Tarihçilerimiz uyuyor mu? Siz öncü olun da anlatsınlar” demişlerdi. Gençlerin dili “yaşlılardan”, en azından bizim denk geldiklerimizden farklıydı.

Bagaran’da yaşayan Azeriler yıllar içinde azalmış. 1990’larda köyden Türkiye’ye ilk geçen Zohrab Ghazarian “En yakın arkadaşlarım Azeri olduğu için, İstanbul’a giderken tipik Ermeni bakışıyla gitmedim. Birbirlerine benziyorlardır diye düşündüm” diyor. Karabağ Savaşı sonrası kalan Azeri aileler kendi istekleriyle Bagaran’dan ayrılmış. Oralardan gelen bir iki mülteci Ermeni aile var şu anda.

 

'Hemen haddimizi aşıyoruz'

Sınıra, üstelik Türkiye- Ermenistan sınırına bu kadar yakın yaşamanın iki tarafta da her şeyden bağımsız bir ağırlığı var. 2000’lerin ortasına kadar Halıkışlaklılar “Birinci derece kara askeri yasak bölgeye giriş kartı” olmadan ne tarlalarına gidebiliyorlar ne de gece dışarı çıkabiliyorlardı. Eski muhtar Kerim Acar askerlere “Siz bir iki yıl yapıp gidiyorsunuz. Biz sınır yüzünden asker doğup asker ölüyoruz” diyormuş. Gerçi Yasin Sarıdağ gibi “Askeriyenin kalkmasına razı değilim. Askerin botuna kurban olayım” diyen de var. Evi yakın olduğu için Arpaçay kenarında piknik yapmaya gelenlerin tozundan, gürültüsünden şikâyetçi. “Özgürlük Türk milletine uymuyor, hemen haddimizi aşıyoruz” diyor. Bize Kars yöresinden maniler, şiirler okuyor ayaküstü sonra. Halıkışlak ve Bagaran, sınırlar, ulusal kimlik, geçmişle yüzleşme, geleceğe bakma mevzularında bir laboratuvar gibi. Hem bazı şeyleri daha iyi anlıyorsunuz hem kafanız karışıyor. Tarihle hakiki bir yüzleşmeyle acıların biraz olsun dinebileceği, içten bir dostluktan söz edebileceğimiz o gün ise bir köyden diğerine bakmaya benziyor. Hem çok yakın hem çok uzak.

 

'Çayı boşver , arak içelim'

Sene 1975-76. Bu su buluşmalarından birinde yemek Türkiye tarafında yendikten sonra Kacik Amca heyetten birinin kulağına diyor ki: “Kendi köyümü, babamın evini görmek istiyorum”. Köyü şu anda Türkiye tarafına düşen, Halıkışlak’a yakın Kilittaş, eski Bagaran yani. Bir düşünüp “Tamam” diyor karşısındaki yetkili; traktöre atlıyorlar.

Aile evine vardıklarında içeride Kürt bir adamın eşyasız odada yerdeki tek kilimde yattığını görüyor. “Biliyorum” diyor adam, “İsterseniz hemen giderim. İsterseniz çay yapayım”. Kacik Amca “Çayı boşver, arak içelim” diyor. O gün hep birlikte rakı içiyorlar; gözleri dolarak anlattığı baba evinde. Onda yer etmiş bir an daha paylaşıyor Kacik Amca bardakları tekrar doldururken. Ev şarabı hafiften boğazımızı yakıyor. Bir gün Tuzluca’da yine böyle karışık heyet birlikte yemek yerken birden dayanamamış, “Beni vursalar da söyleyeceğim” demiş içinden. “Kim bu insanlar, ki beni toprağımdan edip bana misafir muamelesi yaparlar şimdi, kim” demiş. “Tadımızı kaçırma be Kacik Amca” der gibi sakinleştirmişler. Sakinleşse kaç sene sonra bize anlatmazdı bunu.

 

Sınır açılırsa ne olur?

Geçen yıl kasım ayında Hrant Dink Vakfı ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat Bölümü tarafından tam da bu sınır meselesi üzerine bir konferans düzenlenmişti. Sunumların bu yıl kitap haline getirileceği “Mühürlü Kapı”, Türkiye-Ermenistan sınırının kapalı ve 1993’ten önce aktif olan Kars-Gümrü tren seferlerinin durdurulmuş olmasının ekonomik, sosyal ve siyasal etkileri üzerine genişçe bir tartışma ortamı sağlamıştı. (http:// hrantdink.org adresinden indirmek mümkün.)

Yapılan saha araştırmasında iki taraf için de dile getirilen bir “yalnızlaştırılma” teması vardı. Coğrafi koşullar zaten tek tek bu bölgeleri ülkelerinin genelinden ayırırken, sınırın kapalı olmasının bir tür ceza gibi algılandığı dile getiriliyordu.

 

Avrupa’ya açılan yol

Türkiye Ne Bagaran’da ne Halıkışlak’ta sınırın kapalı kalmasını isteyen birine rastladık. Fark şuydu... Kırsalı Sovyet döneminden kapanmış fabrikalarla dolu, emek gücünün ucuz ve ihracat imkânının çok çok sınırlı olduğu Ermenistan tarafında ekonomik gerekçeler daha önce zikrediliyor. Türkiye üzerinden ticaret yapabilmek Ermenistan vatandaşları için bir yandan Avrupa’ya açılan yol demek. Ama laf siyasal, sosyal etkisine geldiğinde kati bir itiraz olmamakla birlikte “Ne değişir?” hissi hâkim oralarda. Bu duygusal küskünlüğü dile getiren Hovik Gevorgian “Birkaç yıl önceki görüşmeler de politik manipülasyon olarak kullanıldı. Onun dışında ilişkilerde çok şey değişmeyeceğini düşünüyorum” demişti. Tarihin manipülasyonuna son verilmeden sınırdan çok şey beklenmemesi gerektiğini söylüyordu.

Halıkışlak tarafında “ticaret” çok önemsenen bir kalem değil. Evinde kaldığımız Cemal Sarıdağ “En fazla hayvan ticareti olur, başka ne olacak?” diyordu örneğin. Kars merkezde ticaret bahsi daha heyecanla konuşuluyor her şeye rağmen.

Yaptığımız bin kilometrelik kara yolculuğu iki köy halkında da “çılgın proje” etkisi yaratmıştı. “Şimdi siz o kadar yolu gittiniz yani?” diye soruyorladı. Asıl “çılgın” olan bizim yaptığımız mıydı acaba? Yoksa mevcut durum mu?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir tava bir kepçe 19 Nisan 2017

Günün Köşe Yazıları