Öztin Akgüç

Yönetim Riski

26 Nisan 2015 Pazar

Ülkenin iyi yönetilmemesi tüm kuruluşları, işletmeleri etkilediğinden sistemik risk oluşturur. Kuruluşların, işletmelerin kötü yönetilmeleri ise yalnız o kuruluşu, işletmeyi ilgilendirdiğinden sistemik olmayan risktir. Ülkede sistemik risk ile sistemik olmayan risk eşanlı oluştuğunda, birbirini beslediğinde kuruluşlar, işletmeler için tehlike giderek daha da büyür. Türkiye bu bağlamda da kısırdöngüye sürüklenmiş durumda.
Ülke ekonomileri birden krize girmedikleri gibi, işletmelerin batışı, çöküşü de bir anda olmaz. Ülke ekonomileri de, işletmeleri de kriz sürecine girdiklerinde uyarı işaretleri vermeye başlarlar. Bu işaretleri görüp gerek makro, gerek mikro düzeyde önlemler alınması gerekirken, kozmetik yönetim anlayışı ile, pembe tablolar düzenlenerek, rakamlar makyajlanarak, gerçeği yansıtmayan, değerlemelerle, açıklamalarla, övgülerle, övünmelerle gerçek saklanmakta, algı yönetimi yapılmaktadır. Algı yönetiminde olayın, ne olduğu, nasıl olduğu değil, nasıl gösterildiği önemlidir. Övgü ve övünmelere, başarı beyanlarına karşı bozulma, kötüye gidiş süreci sürer, belli bir aşamadan sonra da saklanamaz hale gelir. Ülkemizde ne yazık ki aymazlık sonucu gerek ekonomimiz gerek işletmelerimiz o evreye, o safhaya geldi. Artık gerçekler gizlenemiyor, makyajlar yeterli olmuyor. Makro düzeyde yüksek enflasyon, işsizlik, buna karşı düşük büyüme hızı, durgunluk, aşırı borçluluk, artan likidite, kur riskleri, ödeme zorlukları, kaynak yaratılamaması, ekonomik anlamda sabit sermaye yatırımlarda azalış artık gizlenemiyor.

***

Kötüye gidişin geçici olduğu izlenimi yaratılmaya, dış etkenlere de bağlanmaya çalışılıyor. Avrupa Birliği’nde durgunluk, FED’in faiz yükselme olasılığı, bizi etkiliyor yönünde değerlendirmeler yapılıyor, dış bahaneler aranıyor. 2023 hayalleri, umutları yeşertiliyor. Türkiye dünyanın ilk on büyük ekonomisi arasına girecek, kişi başına gelir 25 bin USD’ye, yıllık ihracat 500 milyon USD’ye ulaşacak, işsizlik oranı düşecek, cari işlemler açığı daralacak, enflasyon yavaşlayacak.
Bu program, hedefler gerçekleştirilebilir değil, özür dilerim, yüksekten atma. Nitekim IMF bile Türkiye’nin görünümünü 2020 için şöyle çizdi.
Kişi başına gelir 12.500 USD, ihracat 250 milyar USD, işsizlik oranı yüzde 11, cari işlemler açığı 59 milyar USD, cari işlemler açığı/GSYH yüzde 5. Türkiye’nin dünyadaki payı artmıyor; yüzde 1.39’dan hafifçe yüzde 1.38’e geriliyor.
Türkiye’nin bu yönetim anlayışıyla dünyanın en büyük on ekonomisinin arasına girmesi bir yana, ilk yirmi arasında bile kalması olası değil. Halen 19’unculuğa gerilemiş durumdayız. Bir süre sonra İsveç, Belçika hatta Polonya’nın da gerisinde kalarak, 25’inciliğe doğru inmemiz beklenebilir.
Yönetim zafiyeti, yönetim riski yalnız ekonomi alanında değil, dış politikada da görülüyor. Osmanlı’ya dönüş, Osmanlı’yı canlandırma, Cumhuriyet ara dönemini kapatarak Osmanlı’yı sürdürme gibi istekler, niyetler dile getiriliyor.

***

Ekonomide de, dış politikada da Osmanlı’ya dönüş yapmış gibiyiz. Sayın Davutoğlu hükümeti, Babıâli’nin son dönemlerini anımsatıyor. Emperyal güçler, Babıâli’ye direktifler yağdırır, ne yönde kararlar alması gerektiğine ilişkin dayatmalarda, daha nazik bir sözcükle telkinlerde bulunurlardı. Günümüzde de ABD’de bir yandan, AP diğer yandan aynı tutumu, geleneği sürdürüyorlar. Ermeni soykırımını tanıyan Papa’nın da desteği bunun son somut örneği. Emperyal güçler de yönetim aczini, zafiyetini görüp, Ankara’yı Babıâli’ye benzetmeye başladılar.
Yaşamları boyunca kendi kişisel saygınlıklarını koruyamayanlar ne yazık ki ülkenin de, kurumların da, işletmelerin de varlığını ve saygınlığını koruyamazlar.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları