Olaylar Ve Görüşler

Uygarlığın Dinamosu

26 Nisan 2015 Pazar

Uygarlığın, gelişmişliğin, çağdaşlığın ve incelmişliğin öncüleri, temsilcileri, her zaman okuyanı daha çok olan toplumlar olacaktır.

Ülkemizde her yıl “Kütüphane Haftası” olarak değerlendirilen mart ayının son pazartesi günü ile başlayan haftanın 51’incisini de geride bıraktık.
Bizim insanımıza bugünkü durumunda kitabın, okumanın önemini anlatmak için yılda bir hafta değil, on hafta bile az gelir. Çünkü hiç ilgilenmediği, hiç kulak kabartmadığı bir şey varsa o da kitaptır. Çevresinde olan biten hiçbir şey ve hiçbir nesne ona kitabı çağrıştırmaz.

Azınlık kitapseverler
Her çağda, dünyanın her yerinde kitapseverler, okuma sevdalıları, yaşadıkları toplumda azınlığı oluşturmuşlardır. Günümüzde bile en kültürlü, en gelişmişler de dahil toplumun bütününün kitapla ilgilendiği bir ülke yoktur.
Büyük olasılıkla bu durum sonsuza kadar sürebilir. Ama her şeye rağmen uygarlığın, gelişmişliğin, incelmişliğin öncüleri, temsilcileri, okuyanı daha çok olan toplumlar olacaktır.

Aydınlanmanın yolu
Aynı şekilde bir ülkenin kalkınmışlığının ölçüsünü de bu durum belirleyecektir. Bugün vatandaşları en çok kitap okuyan; kitaba en çok para harcayan; kitapların, gazetelerin tirajlarının en yüksek olduğu ülkeler böyle ülkelerdir.
Kitaplar; tarih boyunca bireylerin ve toplumların kaderini hep iyiye, hep olumluya, hep gelişmeye doğru değiştirmekte başat bir rol oynamıştır. Kitaplar, her devirde aydınlığın ve aydınlanmanın en somut nesneleri olmuşlardır.
Türkiye, nüfusuna oranla okuma yazma, kitapla güzel ilişkiler kurma yönünden bir çölden farksızdır.
Cumhuriyet öncesini bir yana bırakalım, Cumhuriyetten sonra da bütün çabalara rağmen vatandaşlarımıza okumayı sevdirmek, okuma alışkanlığı kazandırmak mümkün olmamıştır. Bu yüzden Birleşmiş Milletler’in insani gelişim raporunda ülkeler kitap okuma oranına göre sıralandığında Türkiye 86. sıraya düşmektedir.

Okuma özürlülüğü
Geçmişte halkın okumazlığı, ülkemizde okuma yazma oranının çok düşük olmasına bağlanırdı. Bugün okuma yazma oranı yüzde 100’lere dayanmış durumda, ama okuma özürlülüğü aynen devam ediyor. İnsanımızın bugün için tek hobisi TV dizileridir.
Dizi izlemede, diziler için zaman harcamada dünyada kendisiyle yarışamayacağımız bir ülke yoktur. Halkımızın TV izleme oranı yüzde 95’tir.
Bugün lise ve üniversite düzeyinde eğitim görmüş Fransız vatandaşlarından Balzac’ın bir iki kitabını okumamış olanların sayısı çok fazla değildir. Aynı düzeyde eğitim görmüş Türk vatandaşlarından, birçok yönüyle bizim Balzac’ımız sayılabilecek Reşat Nuri Güntekin’in bir iki kitabını okumuş olanlar sayılıdır.
Zamanımızda büyük şehirlerde doğmuş büyümüş, belli bir öğrenim görmüş insanlarımız hiç değilse Memleket Hikâyeleri, Anadolu Notları, Çalıkuşu, Kağnı-Ses gibi Cumhuriyetin Anadolu’yu anlatan hikâye, anı ve roman türü klasiklerinden bir düzinesini okumamışlarsa, bu yurdu ve bu halkı tanıdıklarını söylememelidirler.

Anadile saygı yok
Okuma özürlü bir toplum oluşumuz bizi aynı zamanda yazma özürlü de kılmıştır. Sosyal medyada bir çığ gibi büyüyen yorumlara, karşılıklı yazışmalara dil titizliğiyle baktığınızda yazım, anlatım, noktalama yanlışlarından geçilmediğini göreceksiniz.
Gelişmiş hiçbir ülkenin vatandaşı anadiline bizim vatandaşımız kadar saygısız değildir.
Bugün evinde bir kütüphanesi değilse bile dilimizin temel bir sözlüğü, bir yazım kılavuzu bulunan ve hiç değilse sözcükleri doğru kullanmak adına bunlara başvuran insanlarımızın sayısı nüfusumuza oranla tahminlerin ötesinde düşüktür.
Benjamin Franklin, “Bir ülkede okumaya karşı istek artmadıkça, gaflet ve bundan doğacak felaket azalmaz” sözünü sanki tüm sorunlarımıza parmak basarcasına bizim toplumumuz için söylemiştir.

İsmail Özcan Eğitimci/Yazar

                                                                                

 

İstanbul’u Seven Mazoşistler

Mistik coğrafyası, konumu ve yedi ayrı tepesiyle romanlara konu olmuş güzelim İstanbul’u gerçek manada seviyor muyuz?

Taşı toprağı altın güzel İstanbul, farklı medeniyetlerin buluştuğu o mistik coğrafya, 7 tepeye sahip, nice romanlara, şiirlere konu olmuş fantastik şehir ve daha bunun gibi bir sürü İstanbul’a ait betimlemeleri sık sık duymuşuzdur.
Peki bu şehrin bana göre “sözde âşığı” olan bizler, şu soruyu objektif bir biçimde kendimize yönelttik mi acaba merak ediyorum? Neden İstanbul’u seviyoruz?
Emin olun bu soruyu sorsanız bile, ayakları yere sağlam basan yorumlar almanız oldukça zor.

Neden seviyoruz?
Aslında bazı gerçekleri kabul etmemiz lazım artık. İstanbul’un ne yedi tepeli oluşu, ne medeniyetlere ev sahipliği yaptığı ne de kültür başkenti seçilmesi umrumuzda falan değil.
Yani sosyo-kültürel yapı, şehrin mimari yapısı hiçbirimizde kaygı uyandırmıyor, kendimizi kandırmayalım.

Kente ilgi
Nerden mi varıyorum bu olumsuz kanılara, tabii ki şu soruların cevapsızlığından. Şehri temsil eden bir müzeye en son ne zaman gittik?
Kaç kişinin müze kartı mevcut?
Şimdiye kadar kaç kere İstanbul’u yansıtan bir tarihi eseri korumak, geliştirmek veya yok olmasını önlemek için girişimde bulunduk?
Yaşadığımız ilçeyi tanıtan bir gazete veya dergi aboneliğimiz mevcut mu?
En son ne zaman bir tarihi eseri korumak için imza kampanyası başlattık veya yerel yönetimlere bir şikâyette bulunduk?
Kaç kişi İstanbul ile ilgili bir efsaneyi, hikâyeyi ezbere biliyor?
En son bu şehri tasvir eden, derinlemesine tartıştıran bir kitabı veya makaleyi ne zaman okuduk veya daha vahimi hiç okuduk mu?
Hiç kendimize şehir bilinci nedir diye sorup bunun cevabını aradık mı?

Şehir kültürü
Peki bir şehrin reklamını yapan ve o şehri sevmemizi sağlayan aslında yapay şeyler değil de mimari, kültür-sanat, yeşil alan vb. elle tutulur şeyler olduğunun bilincinde olduk mu?
Dünyada tanınan, marka haline gelmiş kaç tane caddemiz var?
Çevre, ulaşım, kültür-sanat, mimari, güvenlik gibi alanlarda ne durumdayız hiç düşündük mü acaba?
Emek sineması yıkılırken Haydarpaşa Garı gibi tarihi mekânların geleceği belirsizliğini korurken biz hangi yakışıklı ve seksi yıldızların dizisini seyrediyor olacağız acaba?
Maalesef bu sorular cevapsızlık içinde boğulup gitmekteler. Yani sizin anlayacağınız şehir kültürü oluşturmak, özgün bir şehir kimliği yaratmak tarihsel süreç gerektirir ve en önemlisi çaba gerektirir.

Vizyonsuz kent
Son olarak İstanbullular maalesef bir vizyon ortaya koyamıyoruz. Dünyada bu şehir ile ilgili akla gelen ne yazık öyle kayda değer bir şey yok.
Bunu test etmenin çok kolay bir yolu da var. Açın bakın İstanbul’a gelmiş turistlerle yapılan röportajlara veya çıkın sokaklara turistlerle konuşun İstanbul hakkında.
Alacağınız cevaplar aynıdır ve sınırlıdır. İşte Turkish kebap, lokum, insanlar sıcak kanlı ve birkaç tane tarihi yer sayılır o kadar.
İstanbul’daki trafik yoğunluğu, nufüs fazlalığı, çarpık kentleşmenin getirdiği keşmekeş, özgün bir şehir profili çizememe ve başka şehir modellerini kopyalamayı bile becerememe, yozlaşmışlık vb. durumlar varken bu şehri sevmek için sözde biz “İstanbul âşıkları” olarak ancak mazoşist olmamız gerekir.  

Serdar Uraz Gazeteci



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları