Aydın Engin

İzmir Demokratik Özerklik İstediğinde...

27 Nisan 2015 Pazartesi

“Soykırım demeli mi, dememeli mi? Denmeyecekse ne demeli” laf yarıştırması ve böylece “Boşverin adını, 1915’te ne oldu” sorusunun bilinçli olarak ıskalanması umarım geçen haftada kaldı ve yeniden başlaması için bir yıl filan geçecek...
Alametlere bakılırsa yeni tartışma konumuz “demokratik özerklik” olacak. Milli hisleri güçlü kimileri için bu cafcaflı terim aslında Türkiye’yi bölüp Güneydoğu’da özerk bir yönetim oluşturmak isteyen Kürt siyasal hareketinin bir perdeleme çabası. Aynı zihniyet kuşku duymaksızın ekliyor: Özerkliğin ardından da bağımsız Kürt devletinin geleceği besbelli...
Herhalde böyle söyleyenlerin bir bildiği vardır. En azından benim beceremeyeceğim derinlikte analiz yapma yetilerine sahiptirler.
Bense dileyen “demokratik özerklik” desin, dileyen “yerel yönetimlerin güçlendirilmesi” demeyi yeğlesin, dileyen “Ankara biraz kenara çekil hele” anlamına gelecek kendi terimini üretsin demekteyim ve demokratik özerklikten ne anladığımı açıklamaya niyetliyim. Demokratik özerklik terimi yerine yukarıda saydığım seçeneklerden herhangi birini de yerleştirebilirsiniz.
Buyrun!

***

Bence demokratik özerkliği tartışmaya Diyarbakır’dan filan başlamayalım.
İzmir’den başlayalım.
Safkan bir Egeliyim. Küçük Menderes’in doğduğu topraklarda, Ödemiş’te doğdum, büyüdüm. Çocukluğum İzmir-Ödemiş arasında mekik dokuyarak geçti.
Ama İzmir’i seçmem böyle duygusal nedenlerden değil. Demokratik özerklik İzmir’e pek yakışır da ondan; demokratik özerklik bayrağını yükseltmek en çok İzmir’e yakışır da ondan.
Bin (kaç bin?) yıllık Asya devlet geleneğine bayrak kaldırmaktan söz ediyorum. Kahhar (= kahredici) ve kerim (= esirgeyici, koruyucu) devlet’e “Artık yeter” demek, pek çok kez Osmanlı İstanbul’una, Cumhuriyet Ankara’sına “dur” demeyi başarmış olan İzmir’e yakışır...
O İzmir, Ankara’ya dönsün ve seslensin:
“Ey Ankara, bundan böyle İzmir’e, hem de büyükkent olmanın sorumluluğuyla sadece İzmir’in içine değil, ilçelerine de yapılacak ve yapılmayacak olanlara ben karar vereyim.
Sonracığıma, İzmir’de tarım, turizm ve sanayi üretiminden, liman ve ihracat gelirlerine kadar, hasılı ekonominin her alanından alınacak vergileri ben toplayayım. Gelirleri İzmir’in ihtiyaçları için kullanayım.
Ey Ankara, dur, hemen korkma. Seni yok sayacak değilim. Çünkü enayi değilim. Vergi gelirlerinden bir bölümünü sana aktaracağım. Ülke güvenliğini sağlamak, ülkenin dış ilişkilerini yürütmek, ülke ekonomisinin makro ölçekte yönetilmesi için gereken kaynağın benim payıma düşenini hiç cimrilik yapmadan sana aktaracağım.
Haaa, unutmadan… Sana aktaracağım ‘devlet payı’nın içinde ülkenin geri kalmış, doğası çorak, üretimi düşük, yoksul bırakılmış bölgeleri için de okkalı bir pay olacak. Öyle ya ben bu ülkenin varsıl bir bölgesinin en varsıl anakentiyim. Öyle içime kapanıp ‘Ötesinden bana ne’ diyecek değilim. Ama bu payı sakın Ankara’da tüketme. İhtiyacı olan bölgelere mutlaka yolla. Seni denetleyeceğim. Gözüm hep üstünde olacak ey Ankara...
Bitmedi... Polis filan da bana bağlı olsun. Bakarsın ‘Bu kentin insanları barışçıldır, keyiflerine düşkündür. Bilmem kaç bin polise, bilmem kaç yüz TOMA aracına, bilmem kaç ton biber gazına filan ihtiyacı yoktur. Onun yerine okulları, hastaneleri, ulaşımı, çevreyi koruyacak önlemleri filan geliştiririm’ derim.
Hem sen masraftan kurtulursun, hem ben polis, jandarma orduları beslemek gibi bir yükün altına girmem. Ne kadar gerekiyorsa o kadar.
Ve bütün bunlara ben karar vereyim.
Kentin kasabanın gereklerini, mesela imar planlarını taaa Ankara’lardan belirlemek gibi bir saçmalığa son verme zamanı geldi de geçiyor bile.
Bunları kendi oylarımla belirleyeceğim görevliler (yöneticiler değil görevliler) eliyle yürüteceğim ve demokratik özerkliğin bu ‘olmazsa olmazı’nda ısrar edeceğim:
Yani geri çağırma hakkı’nda.
Öyle ya adamı ya da kadını seçmişim, ama işini iyi yapamıyor; kentin, kasabanın, köyün, mahallenin, sokağın kadın ve erkeklerinin görüşünü, rızasını almadan kendi kafasına göre işler yapmaya kalkıyor. Öyle dört yıl bekleyecek kadar ahmak mıyım ben? Geri çağırma hakkımı kullanacağım. Beceremeyenler anında gidecek, becerebileceğine inandıklarım, güvendiklerim gelecek.
Ne iyi değil mi?
Ey Ankara, demokratik özerklik denen işte bu.
Gel gönül rızası ile kabul et ve yasal düzenlemeleri gecikmeden yap ki itiş kakış olmadan demokrasiyi göstermelik olmaktan kurtarmakta senin de tuzun olsun...
Yoksa...”

***

Yazının tam da burasına noktayı koydum ve “Bu yazı bana pek aşina geliyor. Acaba neden” sorusuna cevap aradım.
Aaaa... Yahu ben bu yazının hemen hemen aynını yıllar önce T24’te yazmışım.
Ne hoş değil mi?
Afferin bana...
Neyse...
İzmir’in Ankara’ya dönüp söyleyecekleri üç aşağı beş yukarı bu kadar.
İzmir bunu der mi?
Ne bileyim?
Ama dönün yazının başlığına. Ne denmiş: “İzmir demokratik özerklik istediğinde...”
Evet o gün geldiğinde Türkiye’de demokrasi ve özgürlük çiçekleri açacak ve en önemlisi olabildiğince küçülmüş bir devlet ve olabildiğince büyümüş cumhuriyet yurttaşları olacağız...
Haydi İzmir!..
Bizim oraların ağzıyla söyleyeyim:
- Hadi bi gıpraş gari!..  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

25 ay 13 gün sonra 16 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları