‘Game of Thrones’ Hidayete Ererken

28 Nisan 2015 Salı

“Game of Thrones” bu sene sorunlu başladı. George R. R. Martin’in roman serisi “A Song of Ice and Fire”dan uyarlama epik-fantastik dizinin 5’inci sezonunun ilk dört bölümü topluca internet ortamına sızınca televizyon seyri, pek çok seveni ve takipçisi açısından bir anda anlamsızlaşıverdi. Türkiye’de CNBCe’de ekrana gelen dizinin bu bölümlerini bir çırpıda internette izleyenler üç haftadır yeni bölüm bekliyor.
Yeni sezon, izleyiciyi önceki sezonlarda alıştırdığı tempo, dinamizm ve sürprizlerden de uzak şekilde açıldı. Hanedanların taht için birbiriyle kıran kırana mücadelesi şu ara yeni biçimlenme, yönelim ve arayışlar içinde, denilebilir ki “diplomatik” sürüyor. Bir “kuluçka” dönemi gibi…

Tekinsiz bir yapım

Ama malum, “Game of Thrones” en “tekinsiz” yapımlarından biridir. Vazgeçilmez gözüken nice karakterin hiç gözünün yaşına bakılmadan harcanabildiğine çok tanık olduk. Önceki yılların sezon tanıtımlarından birinde konuşmuş bir aktörün ifadesiyle, bu dizide hiç kimse güvende değil, o yüzden her an her şey olabilir.

Diziye aşina olmayan okurlarımız için not düşelim: “Game of Thrones”, insanlık tarihine ilişkin bir “eşzamanlılaştırma” (senkronizasyon) fantezisi. Nasıl bir insan, hayatının farklı dönemlerini ve o dönemlerde yaşadıklarını rüyasında topluca, içi içe geçmiş görürse “Game of Thrones” da insanlık açısından böylesi bir rüyaya yatmışlık halidir denilebilir.

Yaklaşık 2 milyon yıl boyunca türümüzün yaşamında ne olup bittiyse hepsini “Game of Thrones”un kurmaca dünyasının bir ucundan diğerine aynı anda, yan yana yaşanır bulmak mümkün. İnsanlık tarihinin yüzde 99’unu kapsayan “taş devri”nin avcı-toplayıcı yaşam biçimini sürdüren eşitlikçi (komünal) yaban toplulukları var. Roma’yı çağrıştıran, ilkçağ köleciliğini yansıtan topluluklar da. Bir tür “askeri demokrasi” içinde yağma ekonomisi ile yol alan konar- göçer barbar kabile toplulukları da… Ve diğer taraftan, ortaçağ Avrupası’nda geç-feodal dönemde tüccarlar öncülüğünde özerk bir örgütsel yapılanma kazanmaya başlamış “özgür-şehir”leri hatırlatan örnekler var.

Ancak hikâyenin ağırlık merkezini oluşturan tarihsel kesit, feodaliteden çıkıyor. “Game of Thrones”, Hıristiyanlık, daha doğrusu tektanrıcı inanç geleneğinin dışta bırakıldığı, ortalıkta bol miktarda tanrının bulunduğu, deyiş yerindeyse bir “paganik feodalite” fantezisi dense çok yanlış olmaz. Yani gücün bölgesel ölçekte hâkimiyet tesis etmiş lordlarda olduğu, onlar arasından birinin de etkisiz pozisyonda zayıf bir kral olarak karşımıza çıktığı, asayişin de hiç mi hiç berkemal olmadığı o klasik feodalite ortamı…

Bununla birlikte yeni sezonun başlangıç itibarıyla ayırt edici noktası, din motifinin önceki sezonlara kıyasla daha bariz ve vurgulu şekilde karşımıza çıkması oldu. Tabii bunlar arasında en çok üzerinde durulması gereken de önceki sezonlarda adını duysak da sırrına pek vâkıf olamadığımız özgür liman şehri “Braavos”ta tektanrıcı inancı benimsemiş bir tapınağın içerisine girmiş olmamız.

Taht için çatışan hanedanların en iyicil, dolayısıyla da en talihsizi denilebilecek Stark’ların, çektikleriyle de çoktan büyümüş kızı Arya Stark’ın (Maisie Williams) sığındığı “Siyah-Beyaz Kapılı Ev”, hem “Çok-Yüzlü Tanrı”, hem de “Ölüm Tanrısı” denilen “tektanrı”ya inananların toplandığı bir tapınak. İsimler anlamlı. Bize hem çoktanrıcı geleneğin tektanrıcılığa yol alışına dair (“Çok-Yüzlü Tanrı), hem de o tektanrıcılığın, ölümü Tanrı’ya kavuşma sayan inanç sistematiğine dair (“Ölüm Tanrısı”) izdüşümler sunuyor.

“Game of Thrones”da “tanrı parçacığı” keşfedilme sürecine girildi belki de?.. Heyecanla ve sabırla internete sızmamış bölümleri bekliyoruz!..  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları