Venedik’te Zamanın Ruhu

02 Mayıs 2015 Cumartesi

Venedik - Belirsizlik, korku ve tedirginlik…
Küreselleşme, ekonomik kriz-işsizlik bir yandan; dehşet saçan IŞİD terörü, yıkım ve badireden başka şey bırakmayan yüzyılın yeni savaşları beri yandan; eşcinsel evlilikler gibi aile yapısını sarsan yeni kimlik olguları başka yandan… bilinmeyenlere açık bir çağdayız.
Haftaya başlayacak Venedik Bienali’nin teması bu yüzden “Dünyanın Tüm Gelecekleri/All the World’s Futures” adını taşıyor.
Bienal öncesi Venedik’in harikulade “Correr Müzesi”nde dün adeta siftah yaparcasına… aynı temaları işleyen bir ilk sergi açıldı.
Correr”deki sergi aslında bugünü değil, yüz yıl öncesini irdeliyor.
İki dünya savaşı arasına tekabül eden zaman diliminde gene aynı belirsizlik duygusuna, gelecek korkusuna ve derin yabancılaşmaya, savrulmaya tanık oluyoruz.
Gazetecilere özel yapılan bir tanıtımla kapılarını açan “Correr Müzesi”ndeki çarpıcı serginin adı: “Yeni Nesnellik”…
Sergi 1919-1933 arasında Almanya’da “Neue Sachlichkeit” adıyla bilinen “Yeni Nesnelcilik” ya da “Nesnellik” akımını kapsıyor.
Etkinlik Almanya sınırları dışında fazla bilinmeyen ve tanınmayan akım üzerinde Avrupa’daki ilk önemli sergilerden biri. Buradan sonra Amerika’ya gidecek.
Küratör Stephanie Barron, sergiyi 6 yıl boyunca hazırladıklarını söylüyor. O kertede düşünülmüş ve hazırlanmış bir sergiden söz ediyoruz.

Hasta toplumun portresi
Sergiye adım atar atmaz, açıkça “hasta olduğu anlaşılan bir toplumun çehresiyle” karşılaşıyorsunuz.
Zenginler ve ayrıcalıklı kesimler; çok güçlü…
Zayıflar, altta kalan ezilsin hesabına alabildiğine güçsüz…
Yeni biten I. Dünya Savaşı’nın yaraları sarılmamış…
Savaşın çürümüşlüğü her yere işlemiş…
Bu travma atlatılmamışken, ufukta “yeni yüzyılın yeni travmaları” beliriyor.
Hızlı şehirleşme ve sanayileşme, kitlesel üretim, teknolojik yenilikler, çığır açan yeni reklamcılık, “yeni tüketim toplumu”…
Kadınların özgürleşmesi, cinsel rol modellerinde ilk değişikliklerin olması, eşcinselliğin “tabu” olmaktan çıkması…
Bu devasa değişiklikler Almanya’nın “ilk demokratik deneyimi” diye bilinen 1. Dünya Savaşı sonrasındaki 14 yıllık “Weimar Cumhuriyeti”nde oluyor.
1933’te Hitler’in iktidara çıkmasıyla Weimar parantezi kapanıyor. Düdük çalıyor ve anında özgür sanat bitiyor.
Weimar dönemine, iğneleyici ve eleştirel bir tarzla tercüman olan “Yeni Nesnelci” sanatçılar, Hitler tarafından “dejenere” ilan ediliyor. Ya kaçıyor ya kabuklarına çekiliyorlar.

‘Allah bizimle’ faşizmi
Yeni Nesnelcilerin”, dönemin moda akımları ekspresyonistler ya da Dadaistlerden az tanınır olmaları bu yüzden. Üzerlerine çok ağır bir sansür perdesi inmiş.
Sansürün neden bunca yoğun olduğunu, Correr’i gezerken anlıyorsunuz.
George Grosz’un skeçleri örneğin; Alman faşizminin alameti farikasına dönüşen “Allah bizimle/Gott mit uns” sloganıyla, savaş generallerini ti’ye alıyor.
Heinrich Maria davringhausen’ın sinik “komprador”u, “sömürüyü” resmediyor.
Anton Raderscheidt’ın ağaçsız ve çıplak “çimento” evleri; doğadan koparılan insanların yalnızlığını tanımlıyor.
Max Beckmann’ın tasasız olması gereken bir yaz günü denizi dahi “tasasız” değil. Gelecek belirsizliğine koşut biçimde yaz “deniz”i dahi… Beckman’ın tatilcilerini bir tsunami gibi yutuyor.
Salonlarda ardı ardına sıralanan tabloların hiçbirinde insan yüzü gülmüyor…
Yeni Nesnelciler”, faşizmin “girizgâhı” olan yılları yapıtlarıyla belgeselleştirmişler.
Düşündürücü olan faşizm öncesi o dönemin ruh hali ile “günümüz zeitgeist”ı arasında Venedik’te kurulan çarpıcı paralellik. Yarına devam.
 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sevgiliye Mektuplar 24 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları