Yine eleştirel düşünce bunalımı...

04 Mayıs 2015 Pazartesi

Aslında belki de nice zamanlardır sürekli içinde yaşadığımız bir bunalım. Toplumsal koşulların bizi her zamankinden çok daha özenle ve yoğun düşünmeye zorladığı her zaman parçasında daha bir belirginleşen eleştirel düşünce bunalımı.
Olup bitenlere, yazılıp söylenenlere çok daha dikkatle bakmamızın, bakarkörlükten sıyrılıp gerçekten görmek için çaba harcamanın kaçınılmaz hale geldiği zaman dilimlerinde mutlaka karşılaştığımız o bunalım.

Kaos ortamlarında eleştirel düşünebilmek...
Bizimkisi gibi iklimlerin ne yazık ki olmazsa olmazına dönüşmüş bir kaos ortamı. Çünkü her adımı kişisel yargıların yönlendirmesiyle değil, fakat temelleri yeterince bilgilenmeye dayanan bir düşünme eyleminin rehberliğinde atma anlamına gelen eleştirel düşünebilme, tarihinin çok geniş kesimleri boyunca kendini düşünmemenin rehavetine bırakmayı yeğlemiş toplumların başarabileceği bir iş değildir.
Bu gerçeği bana epey acı bir biçimde bir kez daha duyumsatan olgu, Fazıl Say’ın 20 Nisan tarihli ve “Türk Diplomasisine Yazık” başlıklı örnek yazısı üzerine geçen hafta bu köşe için kaleme aldığım “Fazıl Say ve Sanatçı Kavramı” adlı yazıya gelen kimi tepkiler oldu.
Eleştiriler” demiyorum; “tepkiler” sözcüğünü bilerek ve altını çizerek kullanıyorum. Çünkü gerçek eleştirilere her zaman saygı duyarım ve bir eleştirinin nesnelliğini taşıyan bütün açıklamalar paylaşayım ya da paylaşmayayımdüşüncelerime yeni boyutlar katar. Nitekim geçen hafta aldığım eleştiriler arasında böyleleri de vardı ve onların kalem sahiplerine teşekkür borçluyum.

Eleştirmek ve yadsımak...
Yukarıda sözünü ettiğim “tepkiler”in ise bü tür eleştirilerle hiçbir ilintisi yok; tek amaçları, ünü yıllardır dünyayı tutmuş Fazıl Say’ın sanatçılığını yadsımak için “Türk diplomatlarının saygınlığını korumak” adı altında yeni bir fırsat yakalamış olmanın hazzını yansıtmak!
Oysa Fazıl Say, yazısında bütün diplomatlarımızdan söz etmiyor, ama Türkiye’nin ve Türk sanatçılarının onurunu, saygınlığını sahiplenmek adına çok ince bir ayrım yapıyor: “...bugünkü Türkiye’nin diplomatları sadece konsere gelsinler, orada gözüksünler istemiyorum. Ben ‘sanattan, sanatçıdan yana olsunlar, hür bir dünya için, ifade özgürlüğü için diplomat olsunlar’ istiyorum. Demokratik ve çağdaş Türkiye’yi temsil etsinler, bizlerin dışlanmasına ve nice ötekileşmeye tepki versinler istiyorum...”
Diplomatların görevi elbette bulundukları ülkelerde kendi ülkelerini temsil etmektir. Ama kimi zamanlar öyle hassas zaman parçaları yaşanır ki, bazı sorulara dürüst yanıtlar vermek, diplomatlar için de kaçınılmaz hale gelir. Geçen haftaki yazımdan alıntılıyorum: “Sizler, hangi Türkiye’yi temsil ediyorsunuz? Sanat eserlerine ‘ucube’ diyen, sanatın ‘içine tüküren’, ‘muhalif’ bestecilerin eserlerini repertuarlardan çıkartan bir zihniyetin yönetimindeki bir ülkeyi mi, yoksa uygar bir Türkiye’yi mi?”
Bilmem anlatabildim mi? 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları