Aydın Engin

Yeni gizli anayasamız:

04 Mayıs 2015 Pazartesi

Yeni kırmızı kitap...

Hatırlayacaksınız. Zaten unutulacak gibi de değildi. 17 - 25 Aralık soruşturmaları sırasında savcı, bakan çocuklarının da aralarında bulunduğu bazı hırsızlık - yolsuzluk - rüşvet şüphelilerini sorgulamak istedi ve her zamanki gibi (Dikkat! Bu “her zamanki gibi” vurgusu önemlidir) polislere emir verdi; “Gidin şu şu şu kişileri alıp önüme getirin” dedi.
Bu defa “her zamanki gibi” olmadı. Polisler savcının emrini dinlemediler. Şüphelileri alıp getirmek yerine amirlerine sordular. Amirleri daha yukarıdaki amire (Mesela valiye) sordu. Vali daha da yukarıdaki amirine (mesela İçişleri Bakanı’na) sordu, İçişleri Bakanı en yukarıdaki amire (yani Başbakan’a) sordu. En yukarıdaki amir hemen altındaki memura, o daha alttakine, o da en alttaki memurlara (polislere) talimat verdiler: “Savcıyı dinlemeyin. Dediklerini yapmayın” dediler.
Savcı dımdızlak kaldı. O savcıyı başka savcılar da izledi. Savcılar dımdızlak kaldılar.
Ama asıl hukuk dımdızlak kalmıştı.
Hukuk devletinde bağımsız olması gereken yargının ayaklarından biri olan savcılar, şüphelilerle ilgili soruşturma açamaz, açsalar bile “amirler-memurlar” barajını aşamayabilir hale geldiler. Yani kimin hakkında soruşturma yürütüleceğine, bazı kişiler hakkında soruşturma, koğuşturma yürütülüp yürütülmeyeceğine artık savcılar değil, “memurlar-amirler” amirler karar verecek.
Yaşamı boyunca karakol kapısından bile bakmamış yurttaşlar için bu durum önemli bulunmayabilirdi. Nitekim bulunmadı da. Ama bu savcılık kurumunun ağır, hem de çok ağır bir yara aldığı gerçeğini ortadan kaldırmıyordu ve kaldırmıyor.
Bazı savcılar “cemaatin savcısı”, bazı savcılar “AKP’nin savcısı” olabilirler.
Sahici bir hukuk devletinde hukuka değil başka siyasal merkezlere bağlı, o disiplin içinde davranan savcı ve yargıçlar ciddi bir soruşturmadan geçirilir ve iddialar gerçekse meslekten uzaklaştırılır. Oysa bizde görev başında kalıyor, mesela savcı olduğunu unutup “Uzun adama uzun ömür” dileyecek kadar pervasızlaşıyor ve bal gibi savcılık yapıyorlar. Yani yarın seni, beni, bizi yargıç karşısına dikecek bir soruşturmayı yapmaya yetkililer... Yeter ki AKP elebaşılarının canını sıkacak bir adım atmasınlar...
Bu kadarı, sadece bu kadarı bile hukuk devletinin cenaze namazını kılmaya yeter de artar bile.
Ama bu kadarla kalmadı.
Hukuka saldırının son aşaması, hükümetin beğenmediği, hoşlanmadığı kararlar veren iki yargıcın tutuklanıp demir parmaklıklar ardına atılması oldu. Her iki yargıç cemaate yakınmış ve tavırlarını hukuk değil cemaatin disiplini belirliyormuş.
Olabilir. Bunu kanıtlarsın ve meslekten uzaklaştırırsın. Ama verdikleri karar yüzünden tutuklarsan, bundan böyle her yargıç (Bir daha: Her yargıç) hükümetin hoşlanmayacağı bir karar verdiği takdirde tutuklanmayı da göze alacak demektir.

***

Türkiye’de hukuk düzeni yeni bir aşamaya geçmiş oldu. İç güvenlik yasası ile başlayan saldırı, son Milli Güvenlik Kurulu toplantısında bizleri yeniden 90’lı yılların ikinci yarısına götürdü.
Hani o dönemin başbakanlarından Mesut Yılmaz’ın bir MGK toplantısının ardından “Bugün aldığımız kararlarla devletimizin yeni kırmızı çizgileri çekildi. Bundan böyle hiçbir yasa bu kırmızı kitaba aykırı olamayacak” dediği, “milletvekillerinin kendileri için de gizli olan o kırmızı kitaba aykırı yasa çıkaramayacağını” söylediği, ardından da ısırır gibi sırıttığı günlere döndük.
Fark var mı?
Var.
O dönemde kırmızı kitabı generaller yazıyor ve yurttaşlara da ister istemez o kitaba uymak düşüyordu. Uymayanlar için demir parmaklıklar ardından yargısız infazlara uzanan geniş bir palet vardı.
Bugün ise kırmızı kitabı Tayyip Erdoğan yazıyor ve yurttaşlara da ister istemez o kitaba uymak düşüyor. Uymayanlar için şimdilik demir parmaklıklar var.
Yargısız infazlara da tırmanır mı?
Bilmiyorum. Ama şaşırmam...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

25 ay 13 gün sonra 16 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları