Leyla Tavşanoğlu

"Yurttaş korkuyor"

07 Aralık 2008 Pazar

10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü. İstanbul Valiliği İnsan Hakları İl Masası Başkanı avukat Vildan Yirmibeşoğluyla Türk insanının hakları vaziyetini konuşuyoruz. Özellikle üzerinde durduğumuz noktalar güvenlik güçlerinin vatandaşa karşı kötü muamelesi ve kadınlara uygulanan şiddet. Yirmibeşoğlu, İnsan Hakları İl Masası olarak güvenlik güçlerinin alt birimlerine insan hakları eğitimi verdiklerini anlatırken Esas yukarıdakileri eğitmek lazım diyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde (AİHM) Türkiyenin şimdiye kadar bu konularda suçlu bulunmadığını belirten Yirmibeşoğlu, Hep dostane çözümlerle olayların üzeri örtüldüdiye anlatıyor. Ama olayların örtbas edilmesinin meseleye çözüm olmadığına işaret ediyor. Kadına yönelik şiddet uygulaması, töre ve namus cinayetlerinin de insanlık dışı olaylar olduğunun altını çiziyor.

- İnsan Hakları İl Masasının faaliyetleri neler?

V.Y. - Masaya çeşitli başvurular, şikâyetler geliyor. Biz sadece bunlarla ilgili olarak çalışmıyoruz. Basında çıkan insan hakları ihlalleriyle ilgili haberler de bizim çalışmalarımızın bir parçası oluyor.

İnsan Hakları İl Kurulunun yönetmeliğinde şu deniliyor: Amaç insan haklarının korunmasını sağlamak, ihlallerini önlemek, kamuoyunda da bu anlayışın yerleşmesi için çalışmalar yapmaktır.

Bu sadece genel bir insan hakları çalışması değil. Ağırlıklı olarak kamunun eksik bıraktığı yerleri doldurup ağırlıklı olarak kamu görevlileri üzerinde çalışma yapmaktır. Ama bu sadece kamu görevlileriyle sınırlı da değil. Örneğin özel bir çalışma yerinde ya da özel bir hastanede de insan hakları ihlalleri olabilir. Hangi alanda hak ihlaline yönelik bir konu varsa İnsan Hakları İl Masası o konularla ilgili bilgi, belge toplar. Ayda bir İnsan Hakları İl Kurulu toplantısı yapılır. Bu kurulun başkanı vali yardımcılarından birisidir. Bu toplantıya 27 kişi katılır. Bu 27 kişinin ikisi vali yardımcısı ve kamu hukukçusu olarak benim. Üyelerin geri yanı sivil toplum kuruluşları üyeleri, akademisyenlerdir. Bu çerçevede pek çok eğitim verdik. Eğitim çalışmalarının bir bölümü okullarda öğretmenler ve müdürlere yönelikti. Bunun dışında çeşitli konferanslar ve panellerle genele yönelik çalışmalarımız oldu. Bunun yanında kaymakamlara, ilçe emniyet müdürlerine, vali yardımcılarına insan hakları eğitimleri verildi.

 

İhalelerin sürmesi geri teper

- Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. İoanna Kuçuradi de bu çalışmalarda yer alıyor mu?

- Zaman zaman katılıyor. 15 Aralıkta bir panelimiz var. Kendisi de konuşmacı. Bir yandan da süreklilik kazandırmaya çalıştığımız güvenlik güçlerine yönelik insan hakları eğitimlerimiz var. Bu çalışmalardan bir tanesi emniyet güçlerinin kendi mesleklerini icra ederken insan hakları ihlalleri yapmaması üzerineydi. Bu eğitim 2006daydı. İstanbulda emniyet mensubu yaklaşık 35 bin polis görev yapıyor. Bunların tamamını eğitmek imkânsız değil ama sürekli görev değişiklikleri olduğu için her zaman eğitimin yenilenmesi gerekiyor. Bir de şunun üzerinde çok duruyorum. Biz belirli kademelerdeki emniyet görevlilerine eğitim veriyoruz ama bana göre en tepedekilerin eğitilmeleri lazım. En tepedekilerin alacakları eğitimin çok önemli olacağını düşünüyorum. Çünkü emniyet mensuplarıyla özel olarak görüştüğümüzde insan hakları ihlalleri konusunda bize çok hak veriyorlar.Peki, o zaman neden yapıyorsunuzdiye sorduğumuzda da şu cevabı veriyorlar: Bizden olayı acilen halletmemiz isteniyor.Demek ki onlara bu talimatı verenler yeterli farkındalığa sahip değiller.

- Siz pek çok toplantı yaptığınızı, eğitim seminerleri verdiğinizi söylüyorsunuz. Bunların hedef kitlesi olan emniyet mensupları anlatılanları dinliyorlar mı?

- İnsanlar dinlerken dikkat etmeleri lazım. Anlatılanları özümsemeleri gerekiyor. Farkındalığı yaratmalıyız. Bakın, insan hakları sürekli kendini yenileyen ayrı bir bilim dalı. Dolayısıyla bu eğitim seminerlerini daha da yaygınlaştırmak için farklı bir sistemle çalışmak lazım. Demin de söylediğim gibi eğitim seminerlerini daha üst seviyelere taşıyabilmeliyiz. Örneğin, üst seviyedeki yöneticilerin Türkiyenin insan hakları konusunda uluslararası anlaşmalara imza atmış bir ülke olarak bunların gereklerini yerine getirmesinin şart olduğunu bilmeleri gerekiyor. İnsan hakları ihlallerinin devam etmesi halinde bu durumun Türkiyeye geri dönüşü olacaktır.

- Nasıl geri dönüşü olacak?

- Kişisel olarak kötü muamele ve işkence konularında bunlar kim tarafından yapıldıysa ona geri dönecektir. Şimdiye kadar Türkiye, AİHMde bu türden bir hüküm giymedi. Olayları dostane çözümle kapatmışız. Ama artık kendi kendimizi sorgulamalıyız. Aksi halde toplumumuza, vatandaşımıza çığ gibi büyüyen zararlar verdiğimizin de bilincinde olmalıyız. Bakın, sıkıntılar, üzerleri kapatılmakla ortadan kaldırılamıyor. Daha açık söylemek gerekirse insan hakları ihlallerinin geçici olarak reddedilmesi hak ihlallerini ortadan kaldırmıyor. Maalesef de diğerlerine kötü örnek oluyor. Nasıl olsa ceza almadım. Amirim nasıl olsa beni koruyoranlayışı var. Müfettişlerce de geçmişte tenkide uğradığımız konu devlet görevlileriyle ilgili iddiaların mahkemeye gelemeyişiydi. Çünkü konunun soruşturulmasına gerek olmadığı yönünde kendi kurullarından mülki idare amirinden bir karar çıkıyordu. Bu da kanımca, verilen emekleri boşa çıkartıyordu. Eğitimlerin yanı sıra insanların hem olumlu hem de olumsuz örnekleri görmeleri gerekiyor.

 

Olayları örtbas etme çabaları

- Çok yakın geçmişte yaşadığımız Engin Çeber örneği var. Polislerce dayakla öldürüldüğü bilinmesine rağmen olay örtbas edilmeye çalışılmadı mı?

- Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığının bu konuda iddialar olduğunu belirten bir yazısı geldi. İnsan Hakları İl Kurulu da konuyu ele aldı. Zaten bir Araştırma İzleme Komisyonu var. Toplandık ve bu olayı izleyen bir avukatı davet edip dinledik. Ayrıca çeşitli hastanelerden raporlar, bilgi ve belgeler toplandı. Ama gördük ki otopsi raporu gönderilmemiş. Ayrıca kamera kayıtları istendi. Ama herhalde bizi yetkili olarak görmediler ki bilgileri ancak savcılığa verebileceklerini söyleyenler oldu. Bir noktada tıkandık kaldık. Ama o arada şunu söylemem lazım: İçişleri Bakanlığı, Mülkiye müfettişleri geldiler. Savcılıkta işlem başladı. TBMM Komisyonunun da devreye girmesi sayesinde yolumuz açıldı. Sonuçta birbirinden farklı ifadeler ortaya çıktı. Daha önce bir müfettiş nezarethanede ya da tutuklu kaldığı yerde darbe görmediği yönünde bir ifade vermiş. Zaten çoğu zaman böyle olaylarda hep ya düştü başını çarptı, ondan oldu, denir. Kamuoyu bu tür bilgileri aldığı zaman inancını büsbütün yitiriyor. Bir yandan İşkenceye sıfır toleransdeniyor. Ama arkasından bu tür uygulamalar yapılıyor. Dolayısıyla bu, çok ciddi olarak ele alınması gereken bir konu. Bir vaka bile yeter. Ama üst üste geldiği zaman durum çok vahim oluyor.

- Size, kadına karşı şiddet olaylarıyla mücadele eden bir kişi olarak soruyorum. Avcılardaki müzikhole yapılan sahte polis baskınında kaçırılıp üç kişinin tecavüzüne uğrayan o zavallı kadının durumu var. Bu insanlar sizce hangi cesaretle polis üniforması giyip bu işi yapabilirler? O zaman emniyet güçlerinin itibarı iyice zedelenmiş olmuyor mu?

- Evet, bu bir şiddet olayı. Ama doğrudan doğruya insan hakları ihlalleri içinde değerlendirmek mümkün değil. Size şöyle örnek vereyim: Devletin biri negatif, birisi de pozitif olmak üzere iki yükümlülüğü var. Negatif yükümlülüğü insanın hak ve özgürlüğünü ihlal etmemektir. Bu yükümlülüğü yerine getirmediği görülüyor. Öte yandan pozitif yükümlülüğü de insanların insanca yaşama hakkını güvenceye almak için tedbir almak. Eğer bu tedbirleri almıyorsa bu ihlalleri devlet yapıyor, o zaman da insan hakları ihlal edilmiştir, denilebilir. O kişi yakalanmamış ve gereken ceza verilmemiş olsa o zaman devletin yükümlülüğünü yerine getirmediği söylenebilir. Burada silah kullanımı çok önemli. Silahsızlanma konusuna devletin ciddiyetle eğilmesi gereği ortaya çıkıyor. Öte yandan polis üniformasının serbestçe satılması, isteyenin bunu kolayca edinmesi de akıl alır gibi değil. Yalnız bir de şu var: Her meslekte hak ihlali yapan insanlar olabiliyor. Bir polis de bu üniformayı vermiş olabilir. Bilmiyoruz. Gerçeği soruşturma sonunda anlayacağız.

Ama bu olayda bizim için en hassas konu insanların baskına uğradıklarında polis kimliği sormamaları. Demek ki bir korku yaratılmış.

- İstanbul Valisi Muammer Güler bu tür olaylarda mutlaka polis kimliği sorulması gerektiğini söyledi. Ama polise kimlik soranların da nasıl dövüldüklerini bilmiyor muyuz? İnsanlar bu yüzden sindirilmiyorlar mı? Bunu nasıl izah edeceğiz?

- İnsanların hak hukuk ihlallerinde itiraz edebilmeleri ve sorgulayabilmeleri çok önemli. Çok güzel yasalar, önemli uygulamalar için yönetmelikler çıkartıldı ama bunların uygulanabilirliği çok önemli. Vatandaşın hakkını talep etmesi ve hak ihlalinde itiraz edebilmesi lazım.

Ama ne yazık ki bunların yapılamadığını görüyoruz. Ya da bu konuda geriye gidiş olduğunu düşünüyorum. Başka konularda da öyle. O kadıncağız zorbalıkla dışarı sürüklenirken içerdeki bir tek kişinin bile ses çıkaramaması gerçekten eksi bir puan. Bu fotoğraf şunu da gösteriyor: Demek ki insanlarımız hakkını hiçbir yerde arayamıyorlar. O hale getirilmişiz. Eğer biz hakkımızı, hukukumuzu arayamıyorsak o zaman da bunun özeleştirisini ciddi biçimde yapmamız gerekiyor. Bu olayın savunulur yanı yok. Bu sadece bir örnek de değil. Geçenlerde insan haklarıyla ilgili çalışan bir kişi bana, Taksimin göbeğinde sivil birtakım adamlar gelip bizden kimlik istediler. Gelin, götürüyoruz, dedilerdiye şikâyet etti. Neden müdahale etmedinizsoruma şu cevabı verdi: Orada dondum kaldım. Başıma gelecekleri düşündüm.Eğer bu tür olaylar yaygınlaşmışsa o zaman yasaların nasıl uygulanır hale getirileceği konusunda yeni bir şeyler söylemeliyiz. Yeni kurumlar oluşturulmalıdır.

 

 

Polisin amirine ‘Hayır’ deme şansı yok

- ‘80’li yıllarda tiyatro sanatçısı Ferhan Şensoy bir oyun sahneye koymuştu. O oyunun oyuncularını İstanbulun göbeğinde Nazi subayı üniforması kılığında sokağa çıkardı. Oyuncular yoldan geçenlerden, Kimlik bitte diye yarı Türkçe, yarı Almanca kimlik istediklerinde tek bir kişi itiraz bile etmeden kimliklerini verdi. 20 küsur yıl sonra aynı olaylar yaşandığına göre o zaman hangi hak ve hukuk bilincinden söz ediyoruz?

- Bazı şeyleri yapmakta çok geç kaldık. Şimdi çok hızlı biçimde birtakım işler yapılmak isteniyor. Gerçekten çok büyük çabalar harcandığını görüyorum. Pek çok toplantı yapılıyor. Ama bazı toplantılarda çoğu zaman konuyu zaten çok iyi bilen insanların ve biraz daha alt düzeyde görevlilerin bir araya geldiklerini görüyoruz. Alt düzey görevlilerin üstlerine, Hayır efendim, bunu böyle yapmayalımdeme şansları yok. Çünkü yapı çok hiyerarşik. En tepedekilerden başlayan bir eğitim olmazsa hiçbir şey olmaz. Bir yandan düzeltmeler yapılmak isteniyor ama yapılamıyor. Sanıyorum düşünce şu: Şimdi bunu kapatalım. Sonra bunu düzeltiriz, kendi aramızda hallederiz. Ama yok. Kendi aramızda hallolmuyor.

O insanların mutlaka o sıkıntıları, yapılanların yanlış olduğunu anlamaları lazım. Orantısız güç kesinlikle kullanılmamalı. Bunun kullanımı da içselleştirilmemeli. Biz şiddete karşı bir proje oluşturduk. İnteraktif eğitim verilmeye başlandı. Bu eğitim verilirken insanlar kendilerini o kişinin yerine koyduklarında çok daha kolay algılayabiliyorlar.

Onun için eğitimin de biçimini değiştirmeli, çok sayıda, ayrı ayrı yerlerde bu eğitimi devam ettirmeliyiz. Ama bütün bunların temelinde bilinç ve kaynak aktarımı eksikliği yatıyor. Bizim kaynak ve bütçe sorunumuz var. Hem kadına yönelik şiddetle mücadelede hem de insan hakları eğitiminde çok önemli kaynak ve bütçe aktarımı sağlamak gerekiyor. Birçok programda sponsorların yabancılar olduğunu görüyoruz. Biz bunları kendimiz niçin yapamıyoruz ya da yapmıyoruz?

 

 

Parasızlık bahanesiyle yeterli çalışma yapılamıyor

- Geçtiğimiz hafta sonuna doğru Human Rights Watch adlı uluslararası insan hakları kuruluşu polis şiddetini ele alan bir toplantı düzenledi. Bu tür toplantıları sizin de söylediğiniz gibi neden uluslararası kuruluşlara bırakıyoruz da kendimiz yapmıyoruz?

- Size bir örnek vereyim. Yabancılar Misafirhanesinde isyan çıktı. Biz daha önceden oraya defalarca gidip raporlar hazırladık. Bu raporları belli yerlere gönderdik. Önce, Bu kurulun buna yetkisi var mı?” türünden tepkilerle karşılaştık.

Oysa biz bu çalışmaları yaparak hem dış dünyada hem toplum içinde çok büyük aleyhte kampanyaları önleme gayreti içindeyiz. Bu çabalarla yarın kendimize geri dönüş yapacağız. Şöyle bir paradoks var: Bir yandan yönetmelik yok. Bazen 600 kişiyi bulan insanları orada nasıl barındıracaklarını bilemiyorlar. Ama her halükârda bu insanlar bizim ülkemize gelmişler. Başları sıkışmış ve bizim kontrolümüzde. Onlara olabilecek her türlü zarar karşısında onları kendi insanımızla eşdeğerde tutup ona göre davranmak zorundayız. Bir kere bütçe çok kısıtlı. Her birine günlük 4 YTL gibi bir bütçe ayrılmış. Oradan bir kişinin cenazesinin çıkması bile çok önemlidir.

- Çıkmadı mı? Geçen aylarda polisin elinde ölüm olmadı mı?

- Oldu. Bu ne kadar aleyhte propaganda. Bakın, Bütçe olmadığı için bunu yapamıyoruz diyenler sırası geldiğinde bu devletten, başka kaynaklardan, yine tabii ki bizim cebimizden, olanları telafi etmek için uğraşacaklardır.

Aslında yeterli bir kaynak aktarımı yapıldığı takdirde çok daha az zarara uğrayacağız. Bir de polis memurlarının insan hakları ihlallerine karşılık söyledikleri var. Tamam, bizim de insan haklarımızın ihlali söz konusu. Çünkü ilgili genelgede kamu görevlileri gibi kolluk güçlerinin de çalışma saatlerinin 40 saati aşmaması gerekiyor. Oysa biz bunu çok aşıyoruzdiyorlar. Ortaya çıktı ki ayda 240 saat çalışıyorlar ve genelgeye göre 40 saati aşmayacakları belirtilmesine rağmen çalışma süreleri 80 saati buluyor. Fazla mesailerinin de kendilerine ödenmediğinden yakınıyorlar. Bu fazla mesailerin karşılığının ödenmesi lazım.

Biz bu durumu Emniyet Genel Müdürlüğüne, İçişleri Bakanlığına bildiriyoruz. Ama İçişleri Bakanlığının bu bilgileri Maliye Bakanlığına gönderip göndermediği konusunda fikrim yok.

 

Kolluk güçlerinin de insan hakları var

- Şikâyet başvurusunda bulunan polis memurları cezalandırılıyorlar mı?

- O konuda bilgim yok. Kimileri bu tür başvurular yaptıkları için başka yerlere tayinlerinin çıkarıldığını söylüyorlar. Tabii bu durumda bütün aile düzenleri altüst oluyor. Bu polisler diyorlar ki: Tamam siz insan hakları ihlallerinden söz ediyorsunuz ama güvenlik güçlerinin insan haklarının ihlaline karşı elinizden bir şey gelmiyor mu? Biz bu kadar saat fazla mesai yaptıktan sonra da zaman zaman hatalı davranışlar olabiliyor.

Ben bu savunmayı geçerli bulmuyorum. Ama bu insanlar da makine değil. İnsan Hakları Üst Kurulu bu konuda ne yapıyor bilmiyorum. İstanbul mega kent. Çok büyük sorunlar var. Kolluk güçleri yeterli olmadığı için onların çalışmaları gerekdeniyor. Olabilir. Ama insanları çalıştırdığınız takdirde karşılığını vermelisiniz. Aldığı zaman verimli olur. Almazsa da verimli olmaz. Bu konunun da yetkililerce ele alınması gerektiğini düşünüyorum.

 

PORTRE

Vildan Yirmibeşoğlu

Yükseköğrenimini İÜ Hukuk Fakültesinde yaptı. Aynı üniversitenin Atatürk İlke ve İnkılapları Enstitüsünden yüksek lisans derecesini aldı. Beş yıl Bilgi Üniversitesi Devrim Tarihi Araştırma Merkezinde görev yaptı. Daha sonra 13 yıl Gaziantepte yaşadı. Bu süre içinde bölgede araştırmalar yaptı. Kadına yönelik şiddet ve insan hakları ihlalleri konuları üzerinde çalıştı. Bu çalışmalarının ürünü olan Toprağa Düşen Sevdalar isimli kitabı yayımlandı. Gaziantepte Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinin bölge kurucu başkanlığını ve beş yıl da başkanlığını yürüttü. Bölgedeki töre ve namus cinayetlerini izledi. Açılan davalarda cinayetlere kurban giden kadınların avukatlığını üstlendi. 1998de İstanbula dönerek İstanbul Valiliğinde geçici avukat kadrosuyla göreve başladı. Valiliğin Kadın Statüsü Birimi, Ar-Ge Kurulu Başkanlığı yaptı. İnsan Hakları İl Kurulu kurulduğunda üyesi oldu. Sekretaryasını yürüttü. Şimdi İstanbul Valiliği İnsan Hakları İl Masası Başkanı.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tedavi olsunlar 1 Mart 2015

Günün Köşe Yazıları