Ahmet İnsel

12 Eylül’den değil, otoriterizmden çıkmak

12 Mayıs 2015 Salı

Kenan Evren’in ölümü ile 12 Eylül devri kapanmadı. Askeri cunta ve onun sivil destekçilerinin elbirliğiyle hazırladıkları anayasanın birçok temel ilkesi, kuralı ve kurumu bugün hâlâ yürürlükte. 12 yıldan fazla bir zamandan beri iktidarda olan AKP’nin şefi, cunta lideri ve halefleri için öngörülmüş yetkileri şimdi suiistimal derecesinde kullanıyor. MGK’nin kurumsal gücünü büyük ölçüde törpülemişken, yeniden MGK destekli siyasal temizlik operasyonlarına sarılıyor.
12 Eylül’ün siyasal felsefesiyle özünde örtüşen bir otoriter güç yoğunlaşmasını AKP iktidarı son yıllarda yeniden tahkim ediyor. Bu durum 12 Eylül rejiminden öteye, Türkiye’de otoriterizmin sürekliliğini sorgulamayı elzem kılıyor. 12 Eylül anayasasının seçmenlerin yüzde 92’sinin onayıyla yürürlüğe girmiş olmasını, sadece hayır kampanyasının yasaklanması ve hayır oyu vermeyi caydıracak önlemlerle açıklamak başını kuma gömmek anlamına gelir.
12 Eylül öncesinde yaşanan büyük siyasal ve toplumsal çalkantının toplumda cunta rejimine güçlü bir destek yarattığı inkâr edilemez. Bu çalkantının bir kısmı darbe ortamını olgunlaştırmak için kasıtlı olarak devlet içi güçlerce yaratılmış olsa da, dönemin belli başlı siyasal partileri ve siyasal liderlerinin de ortamın hazırlanmasında sorumlulukları büyüktü. Bu konuda anlamlı küçük örnek, Meclis’te 114 turda yeni cumhurbaşkanı seçilememesidir. Sıkıyönetim uygulanmasına rağmen giderek artan cinayetler, toplu katliamlar, kısmi iç savaş manzarası arz eden siyasal kutuplaşma karşısında merkez siyasi partilerin iflasının sonucudur 12 Eylül.

ABD bekliyordu
12 Eylül darbesine zemin hazırlayan etmenler ülke içi gelişme ve aktörlerdir. Ama bunu mümkün kılan uluslararası konjonktür ve dönemin ruhudur. ABD yönetiminin Türkiye’deki kaos karşısında “bizim çocuklar”ın yönetime el koymasını sevecenlikle karşılamış olduğunu biliyoruz. İran’da İslami devrim, Afganistan’da Sovyetler Birliği’nin askeri müdahalesi ile telaşlanan Car-ter yönetimi için NATO üyesi Türkiye’de istikrarsızlık kabul edilemez bir hal almıştı. Uluslararası Hukuk ve Politika dergisinin 40. sayısında (2014) yayımlanan ve ABD’nin gizlilik derecesini kaldırıp, tasnif ettiği belgeleri inceleyen Mehmet Akif Okur’un yazısı, ABD yönetiminin darbe hazırlığını nasıl beklediği ve aktörlerini bildiğini daha açık biçimde gösteriyor.
Ama darbe emperyalizmden önce Türk muktedirlerinin eylemiydi. Nurettin Er-sin ve Haydar Saltık’ın Bayrak Harekât Planı’nı Demirel hükümetinin neoliberal politikalara geçişin uvertürü olan 24 Ocak kararlarının ilan edildiği dönemde hazırlamaya başlamaları bir rastlantı değildi. Yaşanan iktisadi krize ve 1960’lardan beri uygulanan iktisat politikasının çöküşüne “şok terapisi” ile çözüm bulmayı amaçlıyordu 24 Ocak kararları. Darbe, bu kararların uygulanması için gerekli toplumsal ve siyasal alan temizliğini radikal biçimde yaptı.

Sermaye alkışladı
12 Eylül darbesi hem NATO-Varşova Paktı çatışma hattında Soğuk Savaş’ın son darbesiydi hem de 1980 sonrası egemen olan neoliberal dalganın çevre ülkelere dayattığı otoriter piyasacılığın ilk örneklerinden biriydi. TİSK, MESS,TÜSİAD gibi işveren örgütleri darbe ortamını destekleyen girişimlerde bulundular. Darbe sonrasında geniş bir sermaye dostu çevre 12 Eylül cuntasını alkışladı. Yeni muktedirlerin emrine girme yarışı başladı.
12 Eylül darbesinin yönetim felsefesinin kaynağında sağ Kemalizm veya daha sonra Atatürkçülük ideolojisi olarak adlandırılacak yaklaşım vardı. Bunu Meclis’te Tur-han Feyzioğlu’nun küçük Güven Partisi temsil ediyordu. Hatta darbe sonrasında hükümet kurma gündeme gelince, Evren’in aklına gelen ilk isim Feyzioğlu oldu. Feyzioğlu’nun partisi darbeden birkaç ay önce, “Atatürkçülüğe Çağrı” olağanüstü kongresini toplamıştı. Yeni Forum dergisi bu yeni otoriterizmin propaganda-sını yapıyordu. Darbeden önce bu dergide yayımlanan yeni anayasa önerisi, 1982 Anayasası’nın temel ilham kaynağı oldu.

 

12 Eylül toplumu
Atatürkçülük ideolojisi, gericilik ve anarşiyle mücadele adı altında, bir yandan iktisadi liberalizmin önünü açarken diğer yandan özgürlükleri çok katı biçimde daraltıp, “milli manevi değerlere sahip” bir toplum yaratmayı hedefliyordu. Otoriter laiklik uygulamaları, etnik vurgusu çok güçlü bir milliyetçilikle pekiştirilmişti. Sonuçta 12 Eylül rejimi bir 12 Eylül toplumu yarattı.
Bugün Kenan Evren, darbe yaptığı için müebbet hapis cezasına çarptırılmış olarak vefat etmiş olsa da, 12 Eylül rejimiyle gerçekten hesaplaşmaya ne AKP iktidarının, ne MHP’nin, hatta ne CHP’nin niyetleri oldu. Aslında Türkiye toplumunun çoğunluğunun da buna pek niyeti yok. Unutmak, olmamış varsaymak, riyakâr bir sessizlik tercih ediliyor. Genelkurmay Başkanlığı’nın Evren’in ölümü ile ilgili yaptığı açıklamada, “emekli orgeneral”in 1980-1983 arasında yönetime el koyan MGK’nin başkanı olduğu, kendini “devlet başkanı” ilan ettiği ve bu nedenlerle yargılandığı “unutulmuş”. Ya da bu yapılanlar yok sayılmış!
12 Eylül rejiminden çıkış demek, hem dinci muhafazakârlığın, hem Atatürk milliyetçiliğinin hem de piyasa toplumu liberalizminin beslendiği otoriter zihniyetin etkisiz kalması demektir. Bunun ne denli zor olduğunu yaşayarak görüyoruz. aşkanı olduğu, kendini “devlet başkanı” ilan ettiği ve bu nedenlerle yargılandığı “unutulmuş”. Ya da bu yapılanlar yok sayılmış!
12 Eylül rejiminden çıkış demek, hem dinci muhafazakârlığın, hem Atatürk milliyetçiliğinin hem de piyasa toplumu liberalizminin beslendiği otoriter zihniyetin etkisiz kalması demektir. Bunun ne denli zor olduğunu yaşayarak görüyoruz. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları