Venedik’ten iğnelemeler

12 Mayıs 2015 Salı

İstanbul sanat dükalığının 2015 Venedik seferi pazar günü sona erdi. Paris’in tüm trafiğini nasıl metrolar sağlıyorsa, burada da aynı işlevi gören, Büyük Kanal üzerindeki “vaporetto”larda yaşanan sanatsal kitle ile yerel halkın zoraki sarmaş dolaşı durulmuş oldu.
Sanat ciddi ve kalıcıdır. Bu köşede bazen sanat yazılarım oluyor ama böyle dev bir uluslararası bienalin ciddi eleştirisini buradan size taşıyamam! Bunu yapmaya kalkışmak, evinizin salonunda Dünya Şampiyonası finali oynatmaya benzer. Zaten her şeyi 3-5 günde görmeniz, hele aynı anda siz de sergi açıyorsanız, imkânsız. Tekrar dönmek lazım. Dolayısıyla şimdilik sizlere Venedik Bienali etrafında uçuşan bilgi veya “dedikodular” hakkındaki kısa iğnelemeler iletmekle yetineceğim.
Nasıl ünlülerin sempatik tenis oynayışlarını profesyonel tenis turnuvaları ile karıştıranlar olduysa, aynı şekilde, sanatı bir para ve iktidar hırsının aracı olarak görenlerin hamlelerini de sanat dünyasının ciddi buluşmaları ile bütünleştirmeye çalışanlar var. Hırsı nedeniyle kimilerinin dikkatini çeken ve egosu güneşe ulaşmış beyefendinin hükümet ve Saray ailesi destekli davetiyle Venedik’i gören bazı gazetecilere soralım: Nereye hangi vesileyle gittiğinizi hiç mi bilmeden koşuverdiniz 4 gün oralara? Konu dedikodu yazarlığı olsa bile, insan meraktan herkesin ağzında dolaşan o Bienalin bir kataloğunu alıverir! Orada Türk olarak kimler var, bir bakar.
Bienale katılmamak tabii ki ayıp değil. Ama basının katılmış algısı yaratması sağlıksız ötesi. Öte yandan Bienale resmi olarak katılmış Türk sanatçılardan da “katılmamış” havasıyla bahsetmek veya hiç bahsetmemek de ayrı bir gazetecilik iflası. Araştırmadan kaleme alınan her yazı faturadır. Örneğin geçen hafta ülkemizden katılanları size aktarmıştım. Ardından yayımlanan Bienal kataloğunda ise bu isimlere ek olarak Glasstress Gotika sergisinde heykeltıraş Erdağ Aksel’in bulunduğunu memnuniyetle öğrendim. Ayrıca Makedonya Pavyonu’nun küratörlüğünü de Başak Şenova üstlenmiş. Güzel bir başarı. O şöhretli gazetecilerimiz Aksel veya katıldığım Jump sergisinde olan Denizhan Özer gibi gerçek katılımcılara neden hiç değinmedi veya ancak bazen değinmekle yetindi?
Umarım Türk gazeteciler iki lüks davete katılmak için bir daha kendilerini bu tuzaklara düşürmezler: Bienalin, küratörlü sergisi, ülke pavyonları ve Bienalin resmi programında yer alan “Collateral Events”leri var. Bunlar dışında Venedik’te o tarihlere “denk getirilerek” yapılan sergiler Bienal parçası olmadığını basının tabii ki(!) bilmesi gerekirdi. Lütfen siyasetimizin dejenere yapısını, sanat alanına da taşımayalım. Sanat, kimilerinin sandığı gibi para, iktidar ve şaşaalı gösteriş alanlarının gözü dönmüşlüğünden başka bir şeydir. Sanatsal duygular, kimi zaman bir başka yüzyıl sanatçısıyla girilen diyalogda, haftalarca okunan bir kitabın sararmış sayfalarında ya da boyası bitmiş bir ressamın tuvalini beyniyle gözden geçirişinde belki aranabilir... Dersin sonu.
Bienale gelince, ana küratör Okwui Envezor, siyasi göndermeleri pek eksik olmayan bir bütün oluşturmuş. Le Monde gazetesi de sergi hakkında yazdığı ilk geniş değerlendirmede, Sarkis’in Türkiye pavyonunda yaptığı çarpıcı serginin fotoğrafını kapaktan verip yazıda da farklı bir soruyu çekinmeden dile getirmiş: Bu kadar siyasi iyi niyetli ağırlığı olan bir buluşmada, Gezi’nin hemen ardından hapiste yatan onca laik gazeteci ve aydın varken, bu yazarlar aleyhine açık demeçler veren Kutluğ Ataman’ın sergide işi ne?
Aynı sergide, mesela Brezilya adına katılan üç sanatçı, Andre Komatsu, Antonio Manuel ve Berna Reale, 2013’te Brezilya’da Gezi’nin devamı gibi yaşanan ağır olayları mercek altına alabilmişler! Bu tabii Türkiye adına yapılamaz bir şey, çünkü maalesef sansür ve daha önemlisi kapitalin oto-sansürü, ortaya hep farklı yaklaşımlar taşıyor. “Politically correct” sayılacak garantili tavırda işler geçer akçe hep! Brezilya sergisinin adı da “O kadar çok ki, buraya sığmıyor!”. AKP iktidarında böyle bir Türkiye Pavyonu olsa, Saray, MGK’yi toplayıp İtalya’ya savaş açmaya kalkar!
Venedik Bienali bu sene “Altın Arslan”ı San Lazarro adasındaki Mekhitarist Manastırı’nda açılan Ermeni Pavyonu’nun “Armenity” sergisine verdi. Uzaklığı nedeniyle nispeten çok az kişinin gezdiği bu serginin ödülü, tabii ki politik. Yani karar önceden alınmış; aynı Eurovision oylamaları gibi... Bu davranış biçiminin sanat alanına da sızması üzücü. Yoksa kimse saptırmasın, Ermeni kardeşlerimizle barışı bizlerden daha çok isteyen yok. Ama hangi demokratik temel üstünde, ne pahasına, hangi diyalog(suzluk)la? Yanıtsız sorular ileriki günlerde sevgili okurlar...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Erken seçim mi dediniz? 18 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları