Olaylar Ve Görüşler

Seçim sonrası ihtimaller

15 Mayıs 2015 Cuma

7 Haziran’da yapılacak genel seçimlerde adil bir seçim ortamı yaratılır, çeşitli iktidar provokasyonları olmazsa seçim ve ötesinde bizi birkaç ihtimal bekliyor olacak.

Sekiz Haziran’da ne olabilir? Küçük bir beyin jimnastiği yapalım beraber.

HDP baraj altında ise
1. HDP baraj altında kalır, AKP 276 milletvekilini aşar ve tek başına iktidar olur. Bunun için yüzde 41-44 bandında kalması yetecektir.
Zira HDP baraj altında kalırsa ve MHP’nin yüzde 17-18 oy oranı olduğu düşünülürse dağılım aşağı yukarı söyle olur:
AKP 280-320 milletvekili (yüzde 41-44) CHP 140-160 milletvekili (yüzde 27-30) ve MHP 90-100 milletvekili (yüzde 17- 20).
Bu durumda toplumsal muhalefet Meclis dışı kalır.
Elbette bu HDP’nin sonu demek değildir. Bütün seçmenler bu durumun “normal” olmadığını anlamış durumda.
Kimsenin fazla sevineceğini düşünmüyorum. Meclis’te 3 oluşum kalır:
a) İslamcı ve İslam-Türk sentezcilerinin (ve sıfır ideoloji oportünistlerin) öbeklendiği, liberalleri, Hizmet’i ve kurucu kadrosunu tasfiye etmiş, varını yoğunu Erdoğan’a adamış paranoyak ve mikro otoriter bir AKP.
b) İçindeki sivri ulusalcıları tasfiye edebilmiş ancak hâlâ kemikleşmiş devletçi ve merkeziyetçi altyapıyı dönüştürememiş bir CHP. Ancak CHP’nin önseçim, hümanist söylem, Kürt politikasındaki yumuşama gibi konularda bir mutasyona uğradığını da göz ardı etmemek gerek. Avrupa Yerel Yönetimler ve Özerklik Şartı’na çekincelerin kaldırılıp uygulanacağı vaadi çok mühim.
c) MHP’nin iki yönü var. Birincisi şimdiye kadar ülkücüleri sokaktan uzak tutmakla övünen ekip bir reddi miras sürecine girdi. İkincisi özellikle BBP’nin Muhsin Yazıcıoğlu’ndan sonra erimesi ve İslamileşmesi MHP’yi ilginç bir biçimde merkeze çekti.

HDP barajı geçerse
2. HDP barajı geçer ve Meclis’e 55-65 civarı milletvekili ile girer. Bu durumda eğer CHP ve MHP kendilerine yakıştırılan milletvekili sayısını çıkarabilirlerse AKP 276’yı bulamaz ve bir koalisyon hükümeti ihtimali doğar. (İhtimal diyorum zira salt çoğunluğa bir iki milletvekili gerekiyorsa bu başka partiden transferlerle yapılabilir).
a) Hükümetlerin en doğal olanı İslam-Türk sentezcilerle Türk-İslam sentezcilerini birleştiren AKP-MHP koalisyonu olur. Özellikle her zaman olduğu gibi AKP seçim öncesi milliyetçi propagandaya hız verirse böyle bir koalisyon gayet anlaşılır olur. Bu durumda CHP ve HDP muhalefette kalacağı gibi “çözüm süreci” de bir müddet rafa kaldırılır. Ancak şunu da eklemek gerek. Bu süreç artık dönüşü olmayan bir noktaya geldi ve Türkiye’deki rejim dönüşümü (merkezden çepere, tersi değil) artık kaçınılmaz. Yani çözüm sürecinin MHP yüzünden yavaşlaması HDP’yi bitirmez, tam aksine ana muhalefete taşır.
b) Fakat başka bir parametre var, o da hem yerel seçimlerde hem de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP ve MHP’nin işbirliği yapmış olması. Eğer MHP, AKP ile koalisyona yanaşmazsa ve sayı tutarsa (ki çok zor görünüyor) bir CHP-MHP koalisyonu olanaksız değil. Böyle bir senaryo kanımca AKP’yi içeriden patlatır. Zira hem yolsuzluk dosyaları hem de siyaseten dolan hınç AKP’lileri iktidarın ve biraz rahatlayacak olacak bürokrasi ve yargının hedefi haline getirir. Bu durumda da AKP kendi iç temizliği ile meşgul olacağından ana muhalefet partisi görevi gene HDP’ye kalır.

İktidar ortaklığı
3. HDP bir iktidar ortağı olur mu? Açıkçası bir ihtimal görmüyorum.
a) HDP söylemini toplumsal sisteme muhalif bir dile oturttu, iktidar ortaklığını isteyeceğini, talep edeceğini, kabul edeceğini hiç sanmıyorum. Hele hele, bazılarının telaffuz ettiği CHP-MHP-HDP koalisyonu imkânsızdır kanımca.
b) Diğer taraftan atardamarlarında hâlâ etnik öğe akan AKP, CHP ve MHP’nin HDP’yi iktidar ortağı yapıp, devlet nezdinde meşrulaşmasına, bürokrat atamasına izin vermeye henüz hazır olmadıklarını düşünüyorum.
c) Ama gene de bir ihtimal, ihtimallerin en küçüğü, sayı tutarsa (ki çok zor) CHP ve HDP’nin bir koalisyonu mümkün olabilir. Hareketin yakın tarihinde HEP milletvekillerinin Meclis’e girmelerine aracı olmak gibi bir deneyim var.
d) Herkesin dilinden düşürmediği AKP-HDP koalisyonuna hiç ihtimal vermiyorum. Böyle bir durumda HDP’yi desteklemiş sosyalist, liberal sol, feminist, yeşiller vs. gibi hareketler derhal tepki verecekler, seçilen milletvekilleri istifa edeceklerdir. Bence HDP’nin içinde çözüm sürecini sonuçlandırmak adına AKP ile koalisyon kurmak isteyenler vardır ancak hem çoğunlukta olmadıklarını düşünüyorum hem de böyle bir fiyaskoyu göze alamayacaklarını.

Sonuç
Dolayısıyla karşımızda ilginç bir siyasi yelpaze var:
Seçimden sonra iktidardaki “sağcı” İslamcı parti, milliyetçi parti ile koalisyon kurabilir ve hiç kimse şaşırmaz. (Birçok konuda iki parti ortak davranıyor).
Seçimden sonra muhalefetteki “solcu” Kemalist parti, milliyetçi parti ile koalisyon kurabilir ve hiç kimse şaşırmaz. (Birçok konuda iki parti ortak davranıyor).
Bu durumdan iki sonuç çıkarabiliriz:
1. Türkiye’de sağın da solun da mayasında sağ ve soldan çok milliyetçilik var
2. Türkiye’de 1 (bir) adet sisteme muhalefet hareketi var.
Bu düşünceleri iki varsayıma dayanarak yazdım. Birincisi seçimlerin 7 Haziran’da olacağı yani iktidarın ortamı gerip provokasyonlarla seçimin yapılmasını engellemeyeceği varsayımı. İkincisi de seçimlerin adil yapılacağı varsayımı. Elektrikler kesilmeden, oy torbaları delinmeden, damgalanmış pusulalar bulunmadan yapılacak bir seçim.  

Prof. Dr. SAMİM AKGÖNÜL Strasbourg Üniversitesi

 

-

 

Kaynak adil dağılımda mı?

 

Türkiye’de demokrasi, siyasal grupların iktidara gelirken vaat ettiği ama sonradan işletilmeyen bir süreçle yürüyor.

İktidar bir yaşam alanı, siyaset üretme yeri değil bir sahip olma, üstüne kapanma yeri olarak işliyor. Kısaca iktidara gelinmiyor, iktidar ele geçiriliyor.
Hal böyle olunca, programlar geçeriz, talepler ve temsil beklentisiz kalıyor. Başlangıçta, AKP iktidarı tam da bu beklentisiz inançsızlık üzerinde kendi vaatlerini oluşturdu. Ancak sosyal adaleti asla merkeze almadığı gibi neo-liberal politikaların yarattığı tahribatı, kültürel- dinsel dışlanmışlık üzerinden gizledi, taktik manevra imkânı buldu.

AKP taktiği
Büyürken sistemde oluşan fazla değeri, serveti dağıtıp yaymadığından üreticiler-çalışanlar için derinlikli bir ekonomi yaratılamadı. Yıllık yüzde 2-3 büyüme gelgitinde, orta gelir tuzağına mahkûm bırakıldı.
Altyapı yatırımlarında ve ticarette bolluk ve genleşme yanlısı olan iktidar, CHP’nin dar gelirliye, emekliye, emekçiye yönelik somut vaatleri ile karşılaşınca bir anda, “kaynak nerede” sorusuna sarıldı. Nedense, emekliye yılda çift maaş ikramiye, yoksula doğrudan yardımlar, asgari ücretten vergi alınmaması gibi vaatleri bir anda klasik kıtlık söylemi kıskacına çekiverdiler.

Kıtlık söylemi
Kıtlık söylemi, zamanında reel ekonomideki eşitsizliği rasyonalize etmeye yaramıştır. Global krize giden yolun taşları buradan döşenmiştir. Üstelik bu neo-liberal ideologlar, krizin nedenleri olarak; Avrupa’nın refahını, yaşlanan işgücünü, ücretlerin fazlalığını gerekçe gösterecek kadar ikiyüzlüdür de.
Yunanistan’da kriz; sosyal yardımlar ile değil, tersine dev letlerin şirketler gibi, her türlü riskli ve kaldıraçlı ürünler ile borçlanmasından başlamış, bunların ödenememesi sonucunda da kemer sıkma politikasıyla derinleşmiştir.

Yanlış tez
Dolayısıyla Babacan’ın, CHP’nin vaatleri için, bizi “Yunanistan gibi yapar” tezi de yanlıştır.
Sistemin mükemmel çalıştığı, sosyal payların kriz sebebi olduğuna dair neoliberal inanç bugün eskimiştir.
Aşırı serbestleşme, şişen gayrimenkul fiyatları, varlık değerlerindeki köpük, kaynak adaletini iyice bozduğu için krizler çıkmış, ancak faturası krizi yaratanlara değil ondan zararlı çıkanlara kalmıştır.

Kaynağı sorgulamak
Mesele, kaynağın karşılığına odaklanıp onun mantığını sorgulamak değildir: Çünkü, devlet yatırım kuruluşları gibi salt sermaye birikimine amade bir yapı olamaz. Dolayısıyla kaynak yaratmak tahsisat önceliğinin değişmesine bağlıdır. Son zamanlarda, şişen varlık fiyatlarından ölçüsüz kazanımların minimal ayarlamalarla sisteme girmesi mümkündür.
Siyaset için öncelik rakamlar değil, ezilenler aleyhine açılan mesafeyi kapatmak adına, paranın tahsisat denkleminin değişimidir. Kalıcı kaynak yaratma ise daha çok, güvencesiz ve yarı zamanlı çalışanların sisteme katılması gibi konularda öncelikli olmalıdır. Asıl hedef, sosyal dengenin bütçesel promosyonlarla değil bir kalkınma modeli ile sağlanmasıdır çünkü.
İşte o zaman halk vaatlerin gerçekleşmesi adına alınan riski ve tercihi görür, temsilin bir siyasal fayda getireceğine ikna olur, rıza gösterir ve katılır.
En büyük kaynak, kaynakların adil kullanılmasıdır çünkü.  

Ö. İSKENDER ÖZTURANLI Toplumcu Düşünce Enstitüsü, Y.K. Üyesi



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları