Son Ada ve Issız Adam

15 Aralık 2008 Pazartesi

Berlin Duvarı, tarihi kenti Doğu ve Batı olarak ikiye bölmüyordu! Duvarla çevrili Batı Almanya Doğunun içinde bir ada gibi kalmaktaydı. Batı Berlinin bir kordon gibi uzanan otoyol ve havaalanından başka dış dünyayla bağlantısı yoktu

Uçak daha Yeşilköydeyken okumaya başladım Son Adaİstanbulu bulutların ardında bıraktığımızda, avuçlarımın içindeki Zülfü Livanelinin yeni kitabının sayfaları arasında bir martı heyecanıyla uçuyor, yeni kıyılar keşfediyordum. Kitaba konu olan ada, üstünde uçtuğum dünyanın herhangi bir yerinde olabilirdi! Kırk evde insanların huzur içinde yaşadığı bir adaya, bir gün, o ülkenin darbeci başkanı yerleşirse neler değişir? Livaneli bu sorunun yanıtını veriyor, Son Adanın ağaçları, martıları, yılanları ve leyleklerinin diliyle

Akşit Göktürkün Edebiyatta Adaadlı kitabı araştırma, inceleme alanında harika bir eserdir. Bu kitapta, bir adada geçen romanların değerlendirilmesi büyük bir ustalıkla yapılmaktadır. Livanelinin son kitabını okurken, Göktürkün kitabı da belleğimde çevirdi durdu sayfalarını. Son Ada, yakın tarihimizin bir hesaplaşması; bir darbeci başkanın insanları ve doğayı nasıl kirlettiğinin anlatımı. O hayali ülkede, üstüne başkanın gölgesinin düşmediği tek yer, insanların Barış içinde yaşadığı küçük bir ada kalmıştı Bu özelliğiyle Livanelinin son kitabı bir Robinsonat özelliği taşıyor. Thomas More, Ütopya adlı kitabında, Avrupanın kokuşmuş yönetim anlayışına Kızılderililerin yaşam tarzını karşı tez olarak sunar. Ne yazık ki, Ütopya, gerçekte var olmayan bir yer olarak algılanmaktadır. Daniel Defoe da, Robinson Crusoeda, insan öldürmeye yarayan bir kılıcı, kahramanına, ekini biçecek bir orak olarak kullandırır. Livanelide ise başkana karşı martı yumurtalarının direnişini görüyoruz! Yazar, son derece akıcı bir dille sunduğu Son Adada Hitchcockun ünlü gerilim filmi Kuşları aratmayacak ustalıkta sahneler kurmuş. Evet, sahneler diyorum, çünkü, Livanelinin Mutluluk romanının sinemaya uyarlanmasından dolayı olsa gerek, Son Adayı okurken Bu romandan çok güzel bir film çıkar demekten alıkoyamadım kendimi.

Uçağımız Berline inişe geçtiğinde, kitabın yarısını okumuştum. Geri kalan kısmını da, dönüş yolculuğunda okumaya karar verdim Ama Berline Livaneli için gelmiştik!.. Konserlerini televizyon ekranında izlerken Ben de orada olmalıyım diye hayaller kurduğum Berlin Filarmoni Orkestrasında Livanelinin eserleri yorumlanacaktı!.. Ve ben, bu harika konseri dinlemeye davetliydim!..

Konser muhteşem olmasına muhteşemdi de, benim kulaklarımda sürekli olarak Zülfü Livanelinin, o müzik mabedine gitmeden önce katıldığı söyleşideki sözleri çınlıyordu: New Yorkta, Yaşar Kemal ile 1980li yıllarda katıldığı bir etkinliği anlattı Livaneli Yaşar Kemal, Türkiyede yazarların, sanatçıların nasıl baskı altında olduğunu, yargılandığını anlatmış uzun uzun Kendisinden sonra söz alan bir Avrupalı yazar şunları söylemiş: Sizi tebrik ediyorum. Çünkü, ülkenizde sizi ciddiye alıyorlar. Benim ülkemde bunlar olmuyor, çünkü söylediklerimizi, yazdıklarımızı ciddiye alan yok!”… Livaneli, bu öyküyü anlattıktan sonra sözlerini şöyle tamamladı: Toplumun sanatla ilgilenmediği bir ortamda yaşamak da ayrı bir hapishanedir!..

Livanelinin şu sözleri de dakikalarca alkışlandı: Almanya ve Türkiye tarihte savaş ortaklığında birleşiyorlardı. Böylesi etkinlikler sayesinde onun yerini kültür ortaklığı aldı. Bu daha güzel…”

Türkiyeye döndüğümde Çağan Irmakın Adası beni bekliyordu!.. Ada, Issız Adam adlı son filminde Çağan Irmakın kadın oyuncusunun adı Erkek oyuncu Alper, son derece lezzetli yemeklerin yapıldığı bir lokantayı işleten ama özel ilişkilerinde fastfoodtatlar arayan bir aşçı Ada ise, Güzel Sanatların sahne tasarımından mezun, çocukların doğum günleri için hazırladığı kostümleri Küçük Kahramanlaradlı dükkânında satan bir genç kız Çağan Irmak, bu iki insanın birlikteliğini harika bir sinema diliyle anlatıyor. Öncelikle şunu söylemeliyim ki, Beyoğlu Çağan Irmaka büyük bir teşekkür borçlu. Yönetmen, bozuk yolları, kapkaççıları, yılbaşı partilerindeki tacizcileri ve 1 Mayıs günü polisin akıl almaz saldırganlığıyla anılan Beyoğlunu sahafları, küçük ayrıntıların buluştuğu dükkânları ve lezzet mekânlarıyla taçlandırmış. Filmi izledikten sonra sevmediğim, kaçtığım Beyoğluna gitme özlemi duydum!.. Issız Adamda sadece Alperin yaptığı yemekler değil, semtin sokakları, eski binaları, renkleri, yüzleri de iştah açıcı.

Aşk üzerine...

Çağan Irmak, 1980 darbesinin mirası olan 2000li yılların ilişkilerini, darbe öncesinin 45liklerindeki aşk şarkılarıyla sorguluyor ve bunu nostaljituzağına düşmeden ustalıkla yapıyor. Filmin oyuncuları da en az yönetmen kadar başarılı. Onların performansında Çağan Irmakın emeği de öne çıkıyor. Aşk üzerine en beylik sözlerin, bizim eskiden meymenetsiz dediğimiz Cool bir tavırla paketlendiği günümüzde, Çağan Irmak bu konuda söylenmesi gerekenleri sanatıyla haykırıyor. Bunu da o kadar güzel, o kadar zengin ve o kadar akıcı bir sinema diliyle yapıyor ki, alkışları fazlasıyla hak ediyor

Issız Adamı mutlaka görün ve evinize geri dönerken elinizde, kitapçıdan aldığınız Son Adaolsun!.. Duvardan söz ederek başladığımız yazımızın son sözü Bernard Shawın olsun: Dışarıdaki duvarları yıkmak kolay, önemli olan içerideki duvarları yıkabilmektir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları