Olaylar Ve Görüşler

Mare Nostrum’un yurtsuzları

23 Mayıs 2015 Cumartesi

Gidilen ülkelerdeki yaşam koşulları, sığınmacı politikası ve artık sözde duruma gelen insan haklarına verilen değer, Afrika’dan, Asya’dan gelen mültecilerin kaderiniyarınını belirleyecek önemli bir unsur olabilecek midir?

Güney ve Ortadoğu’nun kaybeden insanlarının yaşam koşullarının değişmesi/ değiştirilmesi, önceliği hayatta kalma güdüsüne bıraktı. Fiziksel çevrenin, maddi yaşam koşullarının, ruhsal mutsuzluğun zorlaması göç olgusunu yarattı.

Mültecilerin amacı
Mültecilerin öncelikli tek amacı, yaşamlarına yönelik bir tehdidin olmadığı güvenli yerleşim yerlerinde hayatta kalmaktır. Peki, AB ülkeleri, Akdeniz’de yaşanan dram sonucunda aldıkları yeni kararlarla, uygarlığın oluşumunda yarattıkları tüm değerleri reddetme aşamasına mı geçti?
Irkı, dini, milliyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti ya da siyasal düşüncesi nedeniyle, zulme uğrayacağına dair haklı bir korku duyduğu için uyruğunu taşıdığı ülkenin veya milliyeti yoksa eskiden ikamet ettiği ülkenin dışında bulunan, yaygın insan hakları ihlalleri ya da kamu düzenini ciddi olarak bozan diğer durumlardan dolayı yaşamları, güvenlikleri ya da özgürlükleri tehdit altında olduğu için ülkelerinden kaçan insanları uluslararası sözleşmeler mülteci olarak tanımlamaktadır.

Avrupa’nın anlayışı
10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin mülteciler ile ilgili maddesine bakarsak “14.1: Herkes zulüm karşısında başka ülkelerde sığınma talebinde bulunma ve sığınma olanağından yararlanma hakkına sahiptir.” Avrupa ülkelerinin bu anlayışı bıraktıklarını göreceğiz.
İtalya’nın mülteciler karşısında, diğer AB ülkeleri tarafından yalnız bırakılması, Akdeniz’deki sorunun ortaya çıkmasında önemli bir faktör oluşturdu.

Uygarlık ve barbarlık
Oyunu kendi kuralları içine çekmek için, göçmenlere schengen (serbest dolaşım) belgesi dağıtan İtalya, özellikle Fransa’yı göçmen sorununa ortak etti! İngiltere, Danimarka gibi ülkelere ulaşan göçmenler, uygarlığın nasıl barbarlığa dönüştüğünü dünyaya gösterdi.
Kültürel entegrasyonun başarısızlığı, dil problemi, ucuz işgücü, ırkçılık, yabancı düşmanlığı gibi kavramların siyasette daha çok kullanılmaya başlanması, Avrupalı insanların üzerinde göçmen düşmanlığını çoğalttı.
19 Nisan 2015 tarihinde 700-900 göçmenin Akdeniz’de ölümle sonuçlanan dramından sonra AB liderlerinin, acil olarak toplanarak yaptıkları görüşmelerin sonucunda buldukları çözümü insani olarak adlandırmamız mümkün değildir!

Frontex projesi
Kuzey dünyasının zengin ve uygar insanları durumu dini, siyasi ve sosyal kurgu içinde yer alan tehdit olarak algılayıp, yakında yapacakları yıkım operasyonlarını şekillendirecektir! 2013 yılında İtalya, Lampedusa Adası açıklarında dört yüz mültecinin insan tacirlerinin teknesinin batması sonucunda hayatını kaybetmesi üzerine başlattığı ‘Mare Nostrum (Bizim Deniz)’ kurtarma programını 2014 tarihinde sonlandırarak, yerine daha düşük bütçeli Frontex projesini devreye soktu. İtalya li- derliğinde, yirmi dokuz Avrupa ülkesinin katılımıyla gerçekleştirilen Frontex yönetimindeki Triton, asla göçmen kurtarma amacı taşımamaktadır.

Tekne imhaları!
Avrupa Birliği Sınır Güvenliği anlamına gelen Frontex, AB’ye üye olmayan komşu ülkelerle olan sınırlarının güvenliğini sağlamaktadır. Ulusal sınır muhafızları arasında işbirliği yapılması ve sınırlarla ilgili risk analizlerinin oluşturulması, Afrika’nın kuzeyinden gelen tekne ve botların Akdeniz üzerinde durdurulması, geri çevrilmesi veya imhası Frontex’in faaliyetlerinin amacını oluşturmaktadır.
Emperyalizmin Ortadoğu’da, Afrika’da demokrasi yalanı ile askeri, siyasi, ekonomi olarak yaptığı müdahalelerin sonucunda etnik, dinsel dağılmaya uğrayan halkların, yaşama alanı yaratabilmek için Avrupa’ya sığınmaya çalışmaları ve insan tacirlerinin bu durumu ranta çevirmeleri, Akdeniz’in mavisinin kızıla dönmesindeki en büyük etkendir. Paylaşım savaşları sürdükçe, sular durulacak gibi de görünmemektedir.

BAYRAM SARI Yazar

                                                                               

 

Gezi’den CHP’ye gelen yol

Bir süredir bambaşka bir CHP var. Değişimi anlayamayanlar ‘paralellere’ yoruyor. Oysa bu kadar kolay değil gerçeklik. Dünya değişiyor, sadece birileri farkına varıp uyum sağlıyor zamanın ruhuna.

 

Muhafazakâr kodlarla yapılan siyaset yorumlarının, her şeyin arkasında bir komplo, gizli parmak, “kutsal ittifak” araması ilk değil.
Çok gerilere gitmeye gerek yok, ikinci yıldönümüne yaklaştığımız Gezi’yi bir darbe girişimi olarak görmüştü aynı zihin dünyası...
Başlangıçta çoğumuz bir şey anlamadık, sadece orada bulunmak keyifli geliyordu ve oradaki varlığımızın bir işe yarayabileceğini düşünüyorduk. Sonrası malum, büyük bir hayal kırıklığıydı önce.
Ancak üzerinden zaman geçtikçe fark ettik ki; Gezi, iktidarı değil, iktidar metodolojisini, siyaset yapmayı değiştirmeye çalışıyordu.

#occupychp
İktidar bunu kendine yönelik bir darbe girişimi olarak okudu, oysa Gezi’den en çok CHP etkilendi; #occupychp’yi unutmamalı.
Partinin genç seçmenleri, nasıl bir parti istediklerini kendi dilleriyle gösterdiler ve yeni CHP’nin temelinde bunu görmemek elde değil. Haklarında karar verilmesinden bıkıp usanan ve artık dayanamayıp sokaklara dökülen insanlar, Türkiye’den önce kendi partilerini değiştirmeyi başardılar.

Önseçim
Yeni siyasetin ilk CHP’yi değiştirmeye çalışması, Türkiye’yi değiştirmek için tek ümidin CHP olduğunun da kanıtı. Önseçim, CHP tabanının partiyi çeşitlendirmek isteğinin; kadınları ve gençleri Meclis sıralarına taşımak isteğinin bir kanıtı gibi.
Tabii ki Gezi tek değil. Dünya 80’lerde girdiği cenderenin içinden çıkmaya çalışıyor artık. Bir nesil durumu kabullendi, güvencesiz şartlarda çalışmaya da işsizliğe de katlandı. “Çocuklarımız okusun, onlar iyi yaşasın” diye kötü şartlara razı oldu, kendi gününü değil çocuklarının yarınını düşündü. Ancak zar zor okutulan çocuklar, çok daha kötü bir iş hayatıyla, sosyal düzenle karşılaştılar ve onlar susmadı, haklarının peşinden gitti.

Gelecek ve güven
Çok basitti istekleri, hakça paylaşım, iktidarı ele alanın her şeyi denetlememesi, iş, güvenli bir gelecek, insanca yaşamaları için eşitlikçi bir düzen.
İktidarın halkı, erkeğin kadını, işverenin işçiyi ezmediği, birlikte çalışıp birlikte üretecekleri, yarınlarına güvenli bakabilmelerine olanak sağlayacak bir düzen.

Siyaset ve sokak
Bunun için yeni protesto yöntemleri geliştirdiler, kimse derdinin çözümü için seçimlerin gelmesini beklemek istemiyor. Çünkü yeni siyaset sokakta, siyasetçinin kararını beğenmedi mi oturup işgal ediveriyor! Siyasetçinin de kimliğini değiştiriyor, Erasmus veya ol- madı interrail yapan çocuklar, Hollanda’da Belçika’da bisikletle işe giden bakan görünce kendilerinde de aynısını istiyorlar, haklılar! Gençler siyasetçiyle ast-üst ilişkisinden bıkmış, titrler anlam yitiriyor: Daha dün birbirine kanka diyen gençler, bugün birbirleriyle başgan diyerek şakalaşıyor. CHP de ümidin karşılığını veriyor gibi gözüküyor. Gerek önseçimde, gerek parti içi örgütlenmede, eylemin söylemin önüne geçtiğini görülüyor. Önseçimde en çok oyu sokakta daha aktif olan arkadaşlarımızın kazanması buna iyi bir örnek.

CHP’nin yeni dili
Bu nesil her yerde patladı son beş sene içinde. Occupy Wall Street’le finans merkezinin göbeğine oturdu, derken İspanya’dan Öfkeliler hareketi çıktı Avrupa’yı dolaştı, Yunanistan’da Syriza iktidara geldi. Artık daha fazla kemer sıkmak istemeyen, gününü kendisi için yaşamak isteyen nesil yavaş yavaş merkeze oturuyor. Yepyeni bir siyaset anlayışları ve dilleri var. Bu dili konuşabilenler kalıcı olabilecek gibi. Bugün CHP işte bu dili konuşuyor, “AKP’ye şunu bunu yaptırmayacağız” diyen küflü siyasetten arınıp kendi projelerini sunuyor, bu sefer AKP “yapamazlar” demek zorunda kalıyor.
Önseçim kararı alındığı günden bu yana Türkiye’de siyasi gündemi, siyasetin yeni metodolojisine ayak uyduran CHP belirliyor, sokağın sesini siyasete taşıyor. Bundan sonraki ilk hedef, sokaktan alınanı sokağa, Gezi’den alınanı Gezi’ye vermek, refah ve yeni siyaset!  

Dr. NİMET ELİF ULUĞ Boğaziçi Üniv. Türk Dili ve Ed. Öğretim Üyesi



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları