Hikmet Çetinkaya

Seni kandırdık halkım, bağışla bizi!..

27 Mayıs 2015 Çarşamba

Kirlenmiş bir siyasetin içinde savrulup duruyor, yaşadığımız coğrafyanın insanlarını konuşuyorduk...
Sevgisizdik!
Ölümlere alkış tutan bir toplumun aydınlık günlere uzanan yollarında yürüyorduk.
Gezi Direnişi’nin ardından iki yıl geçmiş, hayatın satır aralarında umuda ilişkin yazılarımızı unutmuştuk...
İslam temeline dayalı siyaset anlayışımız, kendi yaratıcılığımızı, devrimciliğimizi alıp götürmüştü.
Oturup tartışamıyorduk,
düşman kardeşler gibiydik...
Birimiz hepimiz için bir birlikteliğin kilidini açabilir, halkın devinimini bir çizgide buluşturup, güçlü bir biçimde isyancıl çığlığımızı duyurabilirdik.
Tümlükten güç doğardı...
Örgütlü, toplumsal bir muhalefete gereksinimimiz vardı bizim...
3040 yıldır bu mücadelenin içinde olmamıza karşın, tümlüğe değil ayrışmanın kör kuyusuna düştük, hayallerimizi kör bir bıçakla delik deşik ederek öldürdük...
Sonra kendi kendimizi kandırdık, ülkemizi ortaçağın karanlığını sevenlere teslim ettik...
Bunları yaparken, nedense halkı suçladık suç bizde olmasına karşın!
Yanıtsız kalan sorular, baştan savma yanıtlar...
Ben bilirim, sen bilmezsin!
İçi boş tartışmalar!
Bugünlere böyle geldik biz...
Hayattan hiç ders almadık çünkü!
Siyasetin içinde devrimci bir ruh yoksa, o ruh şiire, öyküye, romana, müziğe, tiyatroya, sinemaya, yontuya dönüşmezse, zaten siyaset değildir.

***

Kendi sezgilerini bir düşünce ormanında geliştirmek, lacivert suların derinliğinde aşkı yüceltmek, duygularını pekiştirmek işimize gelmez.
Çünkü yaratıcı değiliz, sanattan uzak, boşvermişlik duygusuyla romantizmin içinde yuvarlanıp gidiyoruz...
O duygusallığın geniş kitlelere ulaşmaması; Gezi Direnişi’nin siyasal bir eyleme dönüşmemesi bizim yaratıcı olmamamızdan kaynaklandı...
O bir hareket, bir çığlıktı!
Duygusallığımız bir ay içinde tükendi...
Düşünceler, duyguların tümleşmesi, halkın kucaklanmasıyla gerçekleşir...
Yaratıcılık, bu gücü harekete
dönüştürmeyi sağlar...
Eh, sözlü kültürden yazılı kültüre geçmeyen toplumlarda olur böyle küçük aksaklıklar, eksiklikler...
Oysa yıllar çok çabuk geçiyor.
Biz hâlâ “Kuran” ve “Kâbe” üzerinden siyaset yapıp, saltanat araçlarının çerez olup olmadığını tartışıyoruz...
Sermayeemek çelişkisinden söz eden kaç kişi var çevrenizde, bir bakın isterseniz.
O zaman hayatı, Gezi Direnişi’nin anlamını, mücadeleyi, devrimci ruhun ateşinin nasıl söndüğünü anlayacağız.
İsterseniz, tam sırasıdır Leyla ve Mecnun, Romeo ve Julyet, Yusuf ve Züleyha, Heloise ve Abelardus’a değin uzayıp giden çizgide buluşup bir “yaratıcı aşkın” bahçelerinde dolaşmak...

***

Gezi Direşi bir çığlık, başkaldırıydı...
Demokratik bir hareketti!
AKP iktidarının baskısına, şiddetine karşı yediden yetmişe farklı düşünceleri, partileri olan gençlerin, insanların eylemi...
Bu eylemi şova dönüştürüp, siyasi rant elde etmek isteyenleri de gördük, sonradan destek veren siyasetçileri de...
Hiçbir siyasal parti on binleri gün ağarmasına bir iki saat kala, Asya yakasından Avrupa yakasına geçirtip, Yıldız üzerinden Beşiktaş’a getiremezdi...
Yaratıcı bir güç kendiliğinden ortaya çıktı, örgütledi ve Gezi Direnişi’nin doruğa çıkmasını gerçekleştirdi.
Bu bir Leyla ve Mecnun, Romeo Julyet aşkı gibiydi...
Bir şiirdi, tiyatroydu, sinemaydı, yontuydu...
Sanattı, yaratıcılığın, devrimciliğin ruhuydu...
Bu yapıtı kendi ellerimizle yok ettik; tümleştirip, devrimci siyasal bir harekete, örgütlenmeye dönüştüremedik...
Bu yüzden sosyalistler, devrimciler, yurtseverler, komünistler darmadağınık...
Bizim yüzümüzden şovmenleri sosyalist sandı halkımız!
Seni kandırdık halkım, bağışla bizi!..



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları