Olaylar Ve Görüşler

Kapatılma ve kadınlık

27 Mayıs 2015 Çarşamba

Kapatılma, mekân üzerinden tanımlanan bir olgudur. Dışarıdan yalıtılmışlık üstüne bina edilir ve sınırlar içine tıkıştırılma halini ifade eder. Tabii ki bu sınırlar, dışarıdakilerin iradesiyle belirlenmiştir.

Gözetlenen, denetlenen dolayısıyla da yönetilen mekânlardır tüm kapatılmalar.Görünürdeki işlevi ıslah etme olan hapishaneler ve tedavi amaçlı kurulduğu söylenen akıl hastaneleri ilk akla gelen kapatılma mekânlarıdır.

Tecrit
Oysa tecrit asıl var oluş nedenidir bu kurumların. Dışarısına ait olunmadığını vurgulayan gettolar, mülteci kampları da benzer özellikler taşıyan zorunlu iskân alanlarıdır. Askeri merkezleri, eğitim kurumlarını ve fabrika gibi üretim yerlerini de birer kapatılma mekânı olarak görmek mümkündür.

Kadın ve kapatılma
Bu perspektiften bakınca kadınlık da bir kapatılma mekânı olarak tanımlanabilir. Belki de en eski kapatılma biçimidir cinsiyetçilik; binlerce yıl öncesinden kalan bir alışkanlıktır. Mekânın aradan çekilmesiyle kapatılan ile kapatılma uzamının aynılaşmasıdır kadınlık. Nasıl yaşayacağını, ne hissedeceğini, hangi bilgiyi bileceğini söyleyen bir yerleştirme alanı olarak kadınlık, eril bir tasarımla kurgulanmış, disipline edilmiştir.

Adaptasyon seçenekleri
Sosyolog Erving Goffman sık sık atıf yapılan Total Kurumların Özellikleri isimli makalesinde hapishane, akıl hastanesi ve toplama kampı gibi mekânlara kapatılanların adaptasyon süreci ile ilgili belli başlı izleklerin altını çizer.
Böyle bir kısıtlama içinde yaşamak zorunda kalan insanın ilk seçeneği durumsal geri çekilmedir. Kapatılan, ilgisini yakın çevresinden başka olan biten her şeyden geri çeker. İştiraki azalır. Kayıtsızdır dışarıya. Hatta dışarısı olarak tarif edilebilecek bir yer kalmamış gibidir onun için.
İkinci yol, kapatılma kurumu içindeki azami tatminle yetinmedir. Dış dünya kötülenir. İçerisi adeta bir yuvadır. İyidir.
Üçüncü seçenek kendinden vazgeçmektir. Total kurumun düzenine adapte olabilmek için istemeye istemeye kusursuz bir kapatılan rolü oynanır. Son seçenek ise isyankâr çizgidir, meydan okumadır. Böylesi bir eylemin içinde olanlara hapishanelerde hücre cezası verilir. Akıl hastanelerinde ise elektroşok bekler onları. Bu cezaların ardından kapatılanlarda sıklıkla durumsal geri çekilme görünür.

Hayatta kalma
Tüm bu adaptasyon olasılıkları, Goffman’ın total kurum olarak isimlendirdiği mekânlara kapatılanların hayatta kalma çabasını ifade eder. Öte yandan bu dört alternatifli uyum sürecini, geleneksel toplumlarda alışılagelen kadınlık halleri üzerinden tekrar okumak mümkündür.
Bu tekrar okumada keşfedilen benzerlikler ise oldukça şaşırtıcıdır. Kapatılma mekânı olarak kadınlığa (ataerkine, namus algısına, çocukken evlendirilmeye...) adaptasyon da, Goffman’ın bulgularıyla bire bir aynı şekilde açıklanabilir.

AKP ve biyopolitika
AKP de yıllardır sürdürdüğü politikalarla, kapatılma mekânı olarak kadınlığı her daim desteklemiştir. Nasıl giyinileceği, kaç çocuk doğurulacağı, kiminle nerede nasıl yaşanacağı tavsiye kılığı altında topluma siyasal erk tarafından dayatılmaktadır.
Kızlı erkekli olma hali bile eleştiri konusu yapılmıştır en yetkili ağızlarda. Mahrem olana müdahil olmaya her daim can attığı için muhafazakâr bir iktidar teknolojisidir biyopolitika. İşte bu yüzden siyasal İslamcı iktidarın vazgeçilmezidir.
Öte yandan kapatılma mekânı olarak kadınlığın kırıldığı her nokta dışarıya bir hale yayar. Özgürlük bu halelerin güçlenmesinden başka bir şey değildir. Gezi Parkı’ndaki o 15 gün, kapatılma mekânı olarak kadınlıktan çıkabilen öznelerin belki de ilk defa dışarıda da kısıtlayıcı devlet iktidarını ve diğer eril baskı odaklarını görmemesiyle iyice kabaran çifte özgürlük anıydı.
Hem içsel bir duyumsama olarak özgürlük hem de ayak basılan topia’nın fiili özgürlüğü aynı anda var olabilmişti. Bu tılsımlı uzama, bedeni ile iştirak eden herkes ister istemez havaya sinmiş özgürlükten etkileniyor, olduğundan dışarı (ama kendine doğru) kısıtsız taşabiliyordu. Gezi deneyimine sırtını dönmüş muhafazakâr eril ağzın tahammül edemediği şeylerden biri de kapatılma olarak kadınlığın kırılması ve dış uzamda bunun hiçbir tepki ile karşılaşmamasıydı.  

EMRE CANER Yazar

 

-

 

Kılıçdaroğlu’na bir soru...

 

Kılıçdaroğlu’nun seçim öncesi sunduğu Merkez Türkiye projesinin gerçekleşebilmesinin öncelikli koşullarından biri de artık kangren olmuş Kürt sorununun çözümüne bağlı değil midir?

CHP sözcülerinin konuşmalarına bakınca, anlaşılıyor ki, üzerinde uzunca bir zaman, özenle çalışılmış. Ekonomistlerin, gazetecilerin, seçmenlerin yönelttikleri her sorunun anında yanıtı var. İnandırıcı, güven verici.

Geleceğin projesi
Emeklilere çift maaş, asgari ücret, mazot fiyatı, vb konularda bugüne dair oldukça önemli çıkışlar yapmışken, “sözüm söz” diyordu. “Merkez Türkiye Projesi” öyle değil. Beş-on-yirmi yıl sonraki Türkiye’den söz ediliyor.
Bir anlamda, günü kurtaran değil, geleceği kurgulayan bir proje. Çocuklarımızı, torunlarımızı düşünen bir proje.

Çılgın değil akıllı!
AKP’nin “Kanal İstanbul-Çılgın Projesi” anımsatıldığında, “Hayır” deniliyor, “bizimki çılgın değil, akıllı proje.”
AKP, “Kanal İstanbul” projesiyle, milyonlarca metreküp toprak kaldıracak, o toprakla denizi dolduracak, İstanbul Boğazı’na paralel (eyvah yine paralel) yeni bir boğaz oluşturacak, içinde gezinti kayıkları yüzdürecek, değirmen bile döndürmeyecek, elektrik üretmeyecek, sadece kanal boyunca bolca arazi rantı elde edebilecekti.

Güven verici
“Merkez Türkiye Projesi” ise anlatılanlara göre, işsizlik, gelir dağılımı, yaşam standardı, milli gelir, artı değer vb. konularda umut aşılıyor, güven yaratıyor.
CHP, projenin gerçekleştirilebilmesini başlıca iki önemli koşulla ilişkilendiriyor. Birincisi, demokrasi - hukuk devleti, öbürü ise komşularımızla ilişkilerimiz, dolayısıyla barış siyaseti. Bu her iki koşul da Sosyal Demokrat bir partinin kuşkusuz ki önceliğidir. Ermenistan, İran, Irak, Suriye, İsrail, Mısır, Kıbrıs, Yunanistan, AB ile ilişkilerimizin normalleşmesi, barışın sağlanması, güvence altına alınması bir koşul da, ya iç barış? Kürt sorununun ülkemizde nelere mal olduğunu sayıp dökmeye hiç gerek yok. Herkesçe bilinir.

Projenin eksiği
Bu yüzyılın projesinin gerçekleşebilmesinin öncelikli koşullarından biri de artık kangren olmuş Kürt sorununun çözümüne bağlı değil midir? Proje tanıtılırken, üzerinde konuşulurken, Suriye ile ilişkilerimiz önemsenirken, kendi yurttaşlarımızla olan sorunlarımızın anımsanmaması bir eksiklik değil midir? CHP seçim bildirgesinde, “CHP, Kürt sorununa da kapsayıcı demokratik yurttaşlık anlayışından hareketle yaklaşacaktır. Sorunun Meclis’te kurulacak komisyonca ve Meclis’teki tüm partileri kapsayacak milli bir siyasal mutabakat ile çözülmesi sağlanacaktır” dese de, “kapsayıcı demokratik yurttaşlık” ve “milli bir siyasal mutabakat” tanımlamalarını açmak, pratikte neye tekabül ettiğini izah etmek gerekmez mi?
Hele de bildirgede, gıda güvenliği konusunda, “gen laboratuvarları kuracağız”, adil piyasa koşulları konusunda; “Esnafın işyerinden dinlediği radyodan telif hakkı alınması uygulamasını kaldıracağız” gibi ayrıntılara yer verilmişken...
Merkez Türkiye Projesi’nin başarılı olabilmesi için yerli ve yabancı sermayenin; sakin-ılıman- korunaklı bir limana ihtiyacı varsa eğer, bu aynı zamanda Kürt sorununun da barışla noktalanmasını içermez mi?
CHP, açık sözlülükle, açık yüreklilikle bu sorunu da Merkez Türkiye Projesi’nin vazgeçilmez bir bileşeni haline getirmekle önümüzdeki yüzyıllarımızı garanti altına almış olmayacak mıdır? AKP’nin yıllardır oyun oynadığı, sömürdüğü, her türlü ayıbının, günahının, suçunun üstüne örtü yaptığı bir ulusal sorunu çözmek, sosyal demokrat politikalarla olası değil midir?  

ALİ BALKIZ Yazar



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları