Şeyhülislam geri gelir mi?

29 Mayıs 2015 Cuma

Doğu ile Batı arasındaki kavganın paradoksları gerçek içeriğe nüfuz edilmesini önlüyor. Doğu bir kere daha, sürekli gerilediği mevzilerden şiddetle, terörle Batı’nın laiklik, sekülerleşme, çağdaşlık öğretisine itiraz ediyor. Gerçekte Doğu halklarının itirazlarının daha derin temelleri var; ama o temeller Doğu’nun muktedirleri tarafından “Doğu-Batı işbirliği” çerçevesinde gizlenmektedir. Batı’nın, Suudilerle “al takke ver külah” durumları, şu sıralarda artık üstü örtülemez hale gelen “resmi düşman” IŞİD’e alan açması ya da Akdeniz’deki “yasadışı” göçmen trafiğinin açıkça “sert” bir şekilde önlenmesi için kararlar alınması da bu kapsamdadır.

***

Emperyalizm yerine ikame edilen “Küresel dünya” kavramı bir anlamda sınırların, gelişmiş Batı için ortadan kalkması anlamı taşır. Tek taraflıdır. Sermayenin ve CEO’larının önünde sınır yoktur ama artan yoksulluk, savaş ve daha pek çok gerilikten, zulümden kaçmaya çabalayan milyonlar için sınırlar dikenli tellerle, ölümle güçlendirilmiştir. Onları sınır kapılarında, örneğin Kuzey Afrika’da, Türkiye’de durdurmayı, kamplarda tutmayı planlayan Batı, bu önlemin yetersiz kaldığını gördü. Şimdiki mottosu “ne pahasına olursa olsun”dur.
Bunun ölüm anlamına geldiğini hepimiz biliyoruz.

***

Peki, bu göçmenler neden ülkelerini terk ediyor? Kaçtıkları yoksulluk ve savaşın arkasında kim var? Doğu’nun gelişmesini önleyen, Batı tarafından her anlamda desteklenen, laikliğe hayat alanı tanımayan ideolojiyi görmeden bu durumu anlamak, kavramak mümkün değildir. Batı durumdan çok memnundur; dini, ideolojik politik egemenliğini korumak için ustaca kullanıyor. Dinin siyasete ve gündelik hayata aktif müdahalesini kışkırtan, laiklikle kavga eden siyasetçiler, din adamları bu anlamda Batı’nın gönüllü, kimi zaman bilinçsiz işbirlikçileridir. Batı ile savaştıklarını sanıyorlar. Pratikte kendi insanlarıyla, yollara düşenlerle, kendi dindaşlarıyla savaşıyorlar.

***

Türkiye de on yılı aşkın bir zamandır, bu paradoksal denklemin içine iktidar partisi eliyle çekilmiş durumdadır. Seçim ortamındaki hesapsız kitapsız gerginlik havasında Cumhurbaşkanı, laiklikle kavgasını bir üst noktaya taşıyor; yalnızca bir bürokrat olan Diyanet İşleri Başkanı’na yeni görevler biçiyor, yeni unvanlar veriyor. Aslında DİB’e kendine biçtiği rolle uyumlu bir yer arıyor. Ama böyle bir yer yok. Bu çabanın yükseliş dönemine değil, iniş zamanına rastlıyor olması hepimiz için bir şanstır. Mercedes’le, özel uçak tahsis etmekle Diyanet İşleri Başkanı’nı şeyhülislam yapamazsınız.

***

Başa dönelim: Batı’nın Türkiye’den istedikleri halkın önemli itirazları ile karşılaştı. Türkiye “Arap Baharı” dalaveresine prim vermedi. Tam tersine rüzgâr tersine döndü; din istismarı artık eskisi kadar işe yaramıyor. İnsanlar saptırılmış olduğu her gün IŞİD haberleriyle kanıtlanan dinin, gündelik hayatta ve siyasette başat rol oynamasına itiraz ediyorlar. Kuşkusuz siyasetin kışkırttığı kavganın olumsuz sonuçlarından kurtulmak o kadar kolay değil. Yine de laiklik, sekülerleşme için çaba harcayanlar, bu yeni durumu değerlendirebilir, laikliğin önemini daha iyi anlatabilirler.

***

Dinin toplumsal bir gerçeklik olduğunu bilenler aynı zamanda toplumsal hayatın, özünde pratik olduğunu, insanın sırrın, esrarın mantıklı çözümlerini burada bulduğunu unutmamalı. Hayat, yani pratik öğreticidir.
Laiklik de işte bu nedenle bundan sonrasının anahtar kelimesidir, altın değerindedir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları