Meriç Velidedeoğlu

Faşist dikta başkanlığı

29 Mayıs 2015 Cuma

Yapılacak genel seçime bir hafta kala, anayasaya göre “tarafsız” olması gereken Cumhurbaşkanı, “Tarafsız olan bertaraf olur!” söylemine uygun bir tutumla (!), partisi “AKP” için yaptığı propaganda çalışmalarını sıklaştırdı; öteki partilere! “Savulun! Bu meydan benim, şu meydan benim, o da benim!” diyerek ülkede bir “meydan savaşı” başlattı.
“AKP” dışındaki partilere “meydan” okuduğu bu alanlarda: “Ey halkım! Başınıza ‘Başkan’ olmak istiyorum!” diye haykırıyor, başkanlık sistemini uygun bulmayanlara dönüyor: “‘Türk Tipi’ başkanlık istiyorum ya!” diye bağırıyor...
Kuşkusuz bu “bağırış çağırış”ın: “Benim isteğime uygun bir ‘başkanlık’, dolaysiyle isteğime uygun bir ‘rejim’ istiyorum!” demek olduğu açıkça sırıtıyorsa da, hakkını vermek gerekir (!); çünkü, bilindiği gibi, tarihteki bütün dikta rejimlerinin, bunları yaratanların kişiliğine özgü yanları ve özgün adları olduğu belirtilir.
20. yy”dakilerin adları “Faşizm” ve “Nazizm”di, başkanlarına da “Duce”, “Führer” denildiği henüz unutulmamıştır; bu durumda “Erdoğan”ın istediği rejime “Tayyibizm” denilebilir ki, zaten çoktandır yürürlükte; “başkan” adı olarak “Sultan” denmesi de pek uygun düşer ama bu da uzun süredir kullanımda, ara sıra “Padişah”la yer değiştirse de...
Şimdi izninizle yine bir ayraç açıp, bu dikta rejimlerinin kimi özelliklerinden söz ederek, “Tayyibizm”deki karşılıklarını paylaşalım diyorum. “Faşizm”in önderi “Mussolini” sivil bir darbeyle “Duce” olmuştu; İtalya’nın “tek” egemeniydi. (1922)
Oysa “Hitler” halkın seçtiği bir “Führer”di, dolaysiyle “Nazizm” demokratik bir yoldan iktidara gelmişti. (1993) Ama “Hitler” de Almanya’nın “tek” egemeni oldu. Bu “tek kişi egemenliği” dolaysiyle “erk tekelciliği” (totaliterlik) bütün faşist diktaların genel özelliği olduğuna göre, bu tutum “Tayyibizm”de de, “Ben her şeyim!” der gibi “Ben ‘Cumhur’un başkanıyım!” haykırmalarıyla, “Sultan” tarafından alanlarda ortaya konuyor.
“Nazizm”de de öyle, “Führer her şey, birey hiçbir şeydi”. Almanya’da Führer’in istenci (iradesi) “yasa” niteliğindeydi ve Hitler “sorumsuzdu”...
“Tayyibizm”in “Sultan”ı sorumlu mu?
İtalya’da da “Faşizm” demek “Mussolini” demekti ki, bunu Duce, “Faşist hükümette bütün ‘bakanlar’ ve bütün ‘müsteşarlar’ birer ‘er’dir; şeflerinin (‘Mussolini’nin) gönderdiği yere giderler, dur dediği yerde dururlar! diye belirtir. (26.5.1927)
“80-90” yıl sonra, “Tayyibizm” diktasının “Sultan”ı: “Benim bakanlarım, benim müsteşarlarım, benim valilerim, benim belediye başkanlarım, benim genel müdürlerim ve benim halkım...” diye alanlarda bağırarak, bu görevlileri “mal”ı gibi, halkı da “kulları”ndan oluşmuş, “ümmet”i olarak görmüyor mu? Böylece kendisine -üstü-örtülü bir “Kutsallık” niteliği vererek, Mussolini’yi ve Hitler’i “yaya” bırakmış olmuyor mu?
Çünkü, Führer’in yalnızca “Tanrı”ya karşı bir “sorumluluk” duyduğundan söz edilir böylece kendini “Tanrı” yerine koymadığına değinilir; işte tam bu bağlamda, Osmanlı’nın, “Padişah”ı ya da “Sultan”ının, yeryüzündeki “Tanrı’nın gölgesi” olduğu görüşünü anımsamalı... Peki, Tayyibizm”in Sultanı için de böyle bir “gölge” diyebilir miyiz?
Yoksa... Bilmem ki ne dersiniz?
Ayrıca Osmanlı’da, cuma hutbelerinde cami hocası: “Mağrur olma Padişahım, senden büyük Allah var!” diyerek devletin başındakine seslenip -bir bakıma- kendisini “uyaran” bir gelenek vardı. Madem ki, bugün de devletin başında -birçok konuda- “padişah”ça bir tutum içinde olan bir “sultan” var, o zaman bu geleneğin başlatılıp sürdürülmesi yerinde olmaz mı? Acaba Diyanet İşleri Başkanı’na başvursak mı? Bunu düşünmemeliyiz bile, “Diyanet”in “Başkanı M. Görmez” olduğu sürece..
Evet, “faşist dikta” rejimlerine değinmeyi sürdürürsek, Mussolini’nin İtalya’da bu rejimi kökleştirmek için “Katolik” inancına derinden bağlı İtalya halkının “din” duygularını da araç olarak kullandığı bilinir.
Ne var ki, ne denli kullanırsa kullansın “Tayyibizm” diktası “Sultan”ın Müslümanlığı, “din”i kullanışının ustalığına ulaşamamıştır; dahası “Duce” bugün yaşasaydı da ulaşamazdı; ne dersiniz?
Hele, “Hitler”in dolaysiyle “Nazizm”in “Evlilik Kurumu”nu “sağlam nesiller yetiştirme makinesi”, buna bağlı olarak da kadını bir “kuluçka makinesi” gibi görmesini; evrensel insan hak ve özgürlüklerini kabul etmiş bir ülkenin, bu “görüş”e kapı açması düşünülebilir mi?
Ne yazık ki bu soruya biz olumlu bir yanıt veremeyiz; çünkü bu “kuluçka makinesi” anlayışının, “Tayyibizm” diktası “Sultan”ının, “Üç çocuk! Üç çocuk!” çağrısıyla sürdürüldüğü bilinir.
“Faşist dikta”ların öteki ortak yönlerini anmayı başka bir yazıya bırakalım ve noktayı koyalım. Yarın da “Beşiktaş”ta olalım!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Erasmus 19 Mart 2021
‘12 Mart 1921’ 12 Mart 2021
‘Manifesto!’ 5 Mart 2021

Günün Köşe Yazıları