Doğan Satmış

TIR’lar ve gazetecilik

30 Mayıs 2015 Cumartesi

Gazetecilik mesleğinin en zor yanlarından biri, kendini anlatmaktır. İşadamları bizi anlamaz, esnaf anlamaz, asker anlamaz, memur anlamaz, politikacı hiç anlamaz.
Gazeteci olarak bizler, toplumda ters giden bir şey varsa bunu yazmak isteriz. Ters giden şeyi düzeltmek için eliminizden ne gelirse yapmaya çalışırız, didiniriz.
Bizim için konunun çok önemi yoktur, ters giden şeyin düzeltilmesi önemlidir. Bu uğurda hasta olanımız vardır, dayak yiyenimiz vardır, hapse girmek sıradandır, öldürülen bile vardır.
Ama sıradan insanlara bunu anlatmak zordur. Hep tanık olurum, “Yahu niye devletin aleyhine bir şeyi yazıyorsunuz?” der dururlar.
Ama gazetecilik işte böyle bir şeydir.

BBC gazeteciliği
Mesela BBC’nin bir yöneticisi, yıllar önce Falkland Savaşı tam gaz sürerken, çıkıp “Bizim için savaşta oğlu ölen bir İngiliz anne ile oğlu ölen bir Arjantinli anne arasında bir fark yoktur” demişti.
Bir Türk gazeteci de bunu Türkiye’ye uygulayarak, “Arkadaş, benim için oğlu ölen bir Türk anne ile oğlu ölen bir Rum anne arasında fark yoktur” diyebilir. Toplumun her kesimi böyle düşünmez.
Yine İngiltere’den bir örnek daha vereyim.
Yıllar önce, IRA terörü tam gaz sürerken, Kuzey İrlanda’daki bir cenazde, iki polis kalabalık tarafından linç edilerek öldürüldü. Görüntüleri, sadece olay yerinde bulunan BBC kameraları çekmişti. Dönemin Başbakanı Thatcher, “Polisimizi linç edenleri bulup cezalandıracağız” diye BBC’nin üzerine çöküp, görüntüleri istemişti.
Ancak BBC, sadece haber amaçlı yayımladığı görüntüleri verdi, fazlasını vermedi ve “Eğer verirsek, bundan sonra hiçbir BBC çalışanı Kuzey İrlanda’da çalışamaz” dedi. Thatcher istediğini alamadı.
Bu olayın Şırnak’ta yaşandığını ve TRT’nin başbakana görüntü vermediğini düşünün; imkânsız değil mi? Ama gazetecilik işte böyle bir şey. En azından, İngiltere’de böyle bir şey.

MİT TIR’ları haberi
Cumhuriyet’te dün yayımlanan MİT TIR’ları manşetine de böyle bakılması gerekir.
Eğer birtakım kamyonlar yollarda çevrilip, devletin değişik güvenlik görevlileri karşılıklı birbirlerine silah çekmişse, bu haberdir.
Eğer kamyonu gönderenler, içindeki malzeme için gerçek olmayan açıklamalar yapmış, kamyonlardan başka şeyler çıkmışsa, bu haberdir.
Eğer bazı şeyler halktan gizlenmek istenmişse, bu haberdir. Gazetecinin görevi de bunları yazmaktır. İşte bu yüzden, bu tür haberleri yapanlar, hemen ödüllere layık görülürler.

Can Dündar
Dün Türkiye’nin gündemini Can Dündar belirledi. Yazdıkları da muhtemelen ona gazetecilik ödülleri kazandıracak.
Ama arka arkaya soruşturmalar da açıldı.
Suçlama çok ağır: “Devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk.”
Ama bilin ki, bu soruşturmalar, gazetecileri korkutamaz. Olsa olsa prestij kazandırır.

Pulliam’a mektup
Dün tüm bunları düşünürken, aklıma Menderes dönemi ve Abdi İpekçi geldi. Anlatayım:
Tarih 1959. Amerikalı gazeteci Türkiye’ye gelir, Menderes iktidarıyla ilgili izlenimlerini dönüşünde gazetesinde yazar. Bizim Türk gazeteleri de bu yazıdan bazı bölümleri alıp yayımlarlar.
Gazetelere peş peşe davalar açılır. Sonuçta Abdi İpekçi, “Mr. Pulliam’a” diye bir açık mektup yazar. Mektup şöyledir:
“Sayın Mr. Pulliam,
Lütfen bir daha Türkiye hakkında yazı yazmayınız. Gerçi sizin oralarda herkes istediğini düşünüp yazmakta serbesttir, basın hürdür. Ama siz lütfen Türkiye hakkında yazmayınız.
Çünkü:
Bizim buralarda basının hâlâ hür olduğunu zaddeden bazı meslektaşlarımız veya bunun böyle olduğunu açıkça iddia eden politikacılara kanan arkadaşlarımız var. Ve onlar hür yabancı basında yazılan bir yazının hür Türk basınına iktibasında mahzur görmüyorlar.
Ama bizim buralardaki hürriyetle sizin oralardaki hürriyet biraz değişik. Aradaki fark şimdilik 6 sene 7 ay 16 gün hapis, 19 bin 888 lira para cezası ve 3 gazetenin kapatılıp yüzlerce gazetecinin işsiz kalmasından ibaret.”
Bugünkü durumla benzerliği mi var dediniz?
Haşaaa?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Volkan nasıl patladı? 21 Haziran 2016

Günün Köşe Yazıları