Çiğdem Toker

Hakan Şükür’ün İstifasından Haşhaşilere

15 Ocak 2014 Çarşamba

Lionel Messi’nin ülkesi Arjantin’de, rejimi sarsacak bir zincirleme krizin ilk adımını attığını hayal edebilir misiniz?
Sorusu dahi kulağı tırmalıyor değil mi?
Ama Hakan Şükür Türkiye’de bunu “başardı!” Bir dünya yıldızı olmasa da, hayli parlak futbol kariyerinde atmadığı adımı, “siyasi” kimliğiyle, partisinden istifa ederek attı; tarihe geçti.
16 Aralık, Şükür’ün istifa tarihi.
O akşamdan bugüne dek geçen
-sadece- bir aylık sürede yaşananları; en deneyimli siyasetçi, en kıdemli gazetecilerin bile en az on dakika sürecek bir arşiv taraması yapmadan hatırlamasının imkânsız olduğu bir rejim krizinde savrulmaya devam ediyoruz.
Bir yanda; rüşvet ve yolsuzluk operasyonuyla ortaya saçılan ayakkabı kutuları içindeki milyonlarca doları, tutuklanan bakan oğullarını, istifa eden bakanları, kara para aklama operasyonlarını, görevden alınan hâkim ve savcıları, ülkenin dört bir yanında görev yeri değiştirilen yüzlerce Emniyet müdürünü, yargıyı yürütmenin emrine amade kılacak yasa değişikliğini, vatandaş-internet ilişkisine getirilmek istenen “Big Brother”ını izlediğimiz açık bir oyun...
Diğer yanda Android cihaz sahibi her kullanıcıyı ekran bağımlısı kılan ses ve görüntü kayıtlarının saat başı “güncellendiği”, günde iki kez yeni versiyonları çıkan bir dijital savaş...

Dijital güç savaşına bin yıllık teşbih
Dindar politikacının bayıldığı tabirle “tüyü bitmemiş yetim hakkının” nasıl yendiğini sergileyen, -doğruysa- devletin gizli servisinin başka bir ülkedeki suikast planının bürokratik belgesini tedavüle sokan ve You Tube’dan Souncloud’a atlaya atlaya giden bu vahşi dijital savaşın, Haşhaşi-Mc Carthy söylemiyle taçlandırılmasını ise herhalde ne Shakespeare, ne de çağdaş bilim kurgu yazarları düşleyebilirdi.
Tarihsel arka plana baktığımızda, böyle bir dönemde Cemaat’i, Haşhaşilere benzeten bir başbakanın, kendisini de Nizamülmülk yerine konumladığını anlamak zor olmasa gerek.
Haşhaşiler kim? Tarih kaynakları, bin yıl önce kurulmuş Haşhaşileri bilinen anlamdaki ilk “profesyonel suikast” timi olarak tanımlıyor. Nizamülmülk ise, Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun büyük veziri. O da gelmiş geçmiş en büyük en yetenekli devlet adamı olarak tanımlanıyor.
Bitmedi. Nizamülmülk, Selçuk Türk devletlerinde ilk istihbarat örgütünü kurmuş. Yine tarih kitaplarına göre, Hasan Sabbah’ın görevlendirdiği bir Haşhaşi tarafından suikasta uğramasının gerekçesi de bu girişimi..
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın dünkü grup toplantısında 17 Aralık operasyonunu Büyük Selçuklu devleti zamanında yaşananlara benzetmesini, böyle bir tarihsel arka plan içinde okumanın sakıncası olmasa gerek!
Başbakan’ın bu benzetmesinden hemen sonra, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın da tarihinde ilk kez bir basın toplantısı düzenleyip Mc Carthy döneminden dem vurması ise savaşa yeni ama daha vahim boyutlar kazandırıyor.
İhtimal ki, siyasete girinceye kadar, belleklerde en çok UEFA şampiyonluğundaki payıyla iz bırakan Hakan Şükür, istifasının ortalığı bu kadar büyük bir yangın yerine çevireceğini öngörmemişti.
Ancak gelinen noktada, Şükür’ün istifasına dayanak olan “dershane” meselesinin, güçlükle hatırlanması, gazete sayfalarındaki yerinin giderek küçülmesi de, hiç anlamsız değil.
Çünkü mesele -tıpkı Gezi’deki ana meselenin ağaç olmaması gibi- dersane değil...
Mesele, Hakan Şükür gibi bir futbolcuyu, rejim krizinin aktörüne dönüştüren, adı “Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı” olan bir sivil toplum kuruluşunu ülkenin bütün sorunları hakkında görüş bildirecek kadar kudret sahibi, “seçilmemiş” bir gücün, “seçilmiş” güçle kurduğu “ekonomik çıkarlara dayalı” ittifakın bozulmasıdır.
Bu savaştan en büyük hasarı alacak olanın ise bütün bir ülke olacağı tartışmasızdır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Hoşça kalın 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları