MHP’yi ‘ferahlık kaynağı’ yaptı

11 Haziran 2015 Perşembe

Dizimizin üçüncü bölümünü bazı anekdotlar eşliğinde Devlet Bahçeli’ye hoş geldin diyerek açıyoruz!..

Dizimizin üçüncü bölümünü bazı anekdotlar eşliğinde Devlet Bahçeli’ye hoş geldin diyerek açıyoruz!.. 1970’lerin “devrimci-ülkücü” çatışmalarının sokakları korku filmine çevirdiği iç-savaş yılları... Bir semtten diğerine misafirliğe gitmek bile ölüm tehlikesi barındıran bir sorun... Bir aile büyüğünü ziyaretten çıkıp gece evime yol tutacakken uyarılıyorum; daha yakın sokaktaki durağa gitmek yerine yukarı, bir üst sokağa yol tutup oradan otobüse binmem hususunda... Neden diye sorduğumda cevap net: Çünkü aşağı sokakta MHP’liler var!..

Ve geçtiğimiz hafta yapılan genel seçimlerde Ankara’da AKP kalesi Pursaklar’da bir seçim sandığının bulunduğu odada her işe karışan, müşahitlere akıl öğreten, hareketli ve hamarat bir sandık kurulu üyesinden şikayetleniliyor. Oyların çalınacağı, değiştirileceği endişesinin seçim öncesinde kamuoyuna da yansıdığı bölgede böyle bir davranış, akla hemen ilgili şahsın AKP temsilcisi olup olmadığı sorusunu kaygıyla getiriyor. Ancak o odada görevli müşahit arkadaş durumu, “Yok, o MHP’li” diyerek netleştiriyor. Aldığı karşılık da net: “Ha, iyi, o zaman mesele yok!..”

Bitmedi! Bu “refleksif” karşılığı veren ve belli ki sol bir parti adına müşahitlik yapan kişi, birden ne dediğini fark ederek gülüyor ve “Şu halimize bakar mısınız? MHP ile ferahlıyoruz” diyor!..

Koşulların ürünü...

MHP’nin böyle bir “ferahlık” kaynağı olmasında AKP’nin elbette ki büyük payı var.

MHP, 1970’lerin “soğuk savaş” ortamında, Türkiye’nin bu “soğuk savaş”ın sıcak zemini haline geldiği bir iklimde anti-komünist motivasyonla, kendisiyle bağlantılı Ülkücü hareketle birlikte şiddetli bir “reaksiyoner” mücadele sergiledi. Ona karşı bizim dilimize pelesenk olmuş sloganlar malûm: “Kahrolsun faşizm” veya “Faşizme karşı omuz omuza”, vb. Bunların hepsinin göndermesi MHP’ye idi.

Ama ben bugün son 3-4 yıldır ülkede sergilenen iktidar pratiğine baktığımda, hiç yalan yok, MHP’ye ne kadar haksızlık etmişiz diye düşünüyorum!..

O dönemde MHP, koşulların ürünü olan reaksiyoner bir hareketti. Bu dönemde AKP, kendisi koşul koyan, hatta olan, “proaktif” bir hareket ve en çok bu bakımdan faşizmi tanımlama, anlatma, öğretme yolunda eşsiz bir örnek oluşturuyor.

Toplumu devlete, o devleti ele geçirmiş bir partiye, o partinin hamisi, velisi, sahibi bir lidere tâbi, daha doğrusu “pekişik” kılmak, yani kitlenin liderde erime hali faşizmi anlatıyorsa, bunun resmini görmek için AKP iktidarının ve onun muktedirinin yıllardır yapıp ettiklerine bakmak yeter.

O yüzden 2010 yılında Meclis’teki bir kavga sonrası, o dönem başbakan olan Erdoğan’ın Devlet Bahçeli’ye polemiksel mahiyette sarf ettiği, “Evet, Sayın Bahçeli, biz faşizmi sizin kadar iyi bilmeyiz” şeklindeki sözleri ve müteakiben “Çünkü siz, hem teorisyenisiniz, hem de bu işin pratisyenisiniz” ifadesi hükümsüzdür.

Gelecek kuşaklar bu ülkede faşizmin teori ve pratiğine ilişkin “yerli” bir veri aradıklarında Bahçeli’ye değil Erdoğan’a, onun yapıp ettiklerine, söylediklerine ve söylevlerine bakacaklar.

Fakat tabii MHP’nin yukarıda aktarılan iki vaka dolayısıyla ortaya çıkan “farklılık” durumunu sadece AKP’ye nazaran kazandığını söylemek doğru olmaz. Daha doğrusu bu Devlet Bahçeli’ye büyük haksızlık olur.

Türkeş’ten sonra MHP başkanlığını devralan Bahçeli, 1970’lerdekine benzer bir reaksiyoner konum ve eylemlilik halini partisi adına mümkün kılabilecek sosyopolitik bir iklim içinde buldu kendini. Ülkücü-devrimci kavgası bitmiş ama bu defa bir Türk-Kürt kavgasına yol açabilecek çatışma ortamı oluşmuştu. Anti-komünizmin yerini bölücü-terör retoriği eşliğinde benzeri bir vatan-millet bekâsı için mücadele motivasyonu almıştı.

Devlet Bahçeli bu süreçte MHP ve Ülkücü gençliğin 12 Eylül öncesinde olduğu gibi sokağa dökülmemesi, büyük ölçekli ve ülke sathına yayılmış bir sivil Türk-Kürt çatışmasının çıkmaması için azami gayret sarf etti.

Şiddet unsuru

Şiddet, evet, hâlâ söz konusu hareketin bünyesinde kendini gösteren, onun bileşeni olmaktan çıkmamış bir unsurdu. Bu, öyle kolayından, bir çırpıda, bugünden yarına aşılabilecek, değişebilecek bir dinamik de değil hiç kuşkusuz. Bir “şiddet kültürü”, hatta şiddet fetişizmi, “erkeklik” hali ile de titreşimli olarak bu coğrafyanın, toprağın ve toplumun dokusunda, istesek de istemesek de var.

Bu “kültür”ün aşılması tabii ki çok iyi olur; ama olamıyorsa mesele, bunun siyasal süreçlerde, davranış ve tutum alışlarda da bir belirleyen haline gelebildiği noktada onu denetim altında tutmak ve büyük patlamalara, kanlı çatışmalara yol açabilecek şekilde dizginlerinden boşanmasını önleyebilmektir. Bir başka deyişle ona komuta ederken “supap” da olabilmektir.

Devlet Bahçeli, bunu başarmış isimdir.

Milliyetçilik-İslamcılık

2002’de barajın altında kaldıktan sonra 2007’de parlamentoya geri dönen Bahçeli’nin MHP’si, o zamandan itibaren AKP’nin ve Erdoğan’ın iştahını hep kabarttı. Çünkü bilindiği üzere milliyetçilik ve İslâmcılık, 1970’lerde gelgitli, 1980’lerde ise (Türk-İslâm Sentezi resmi ideolojisi temelinde) daha randımanlı bir ilişki içinde 1990’lardan bugüne gelen iki ideolojik haldir.

O yüzden AKP, 2011 genel seçimlerine doğru yüzde 50’yi görmek üzere yol alırken bunu yüzde 60’lara çıkarma hevesiyle, olmuyorsa MHP’yi barajın altında bırakma arzusuyla bir çökertme ameliyesine gitmiştir. MHP’nin dindar-muhafazakâr tabanını devşirip yola daha da “iri” devam etme isteği, AKP’de o gün de vardı, bu gün de var. Şimdi 7 Haziran seçimi sonrası koalisyon arayışlarında AKP çevrelerini en hazla cezbeden seçenek de bu, yani AKP-MHP koalisyonu...

Bahçeli o dönemde partisini AKP markajından çıkarmasını bildi. Erdoğan’ın MHP’yi baraj-altı kılma yolunda izlediği tüm saldırgan politikalara rağmen 2011’de barajı aştı. Tabii bunda “püskevit faktörü”nün katkısını da unutmamak gerekir!..

Bu faktör, MHP’nin “popüler kültür”le arasını düzeltme yolunda mucizevi bir etki yapmıştır. Yılların korku uyandıran, ciddi, çatık kaşlı ve mizahla pek arası olmayan hareketine Bahçeli’nin “püskevit”li konuşması, “internet kuşağı” nezdinde inanılmaz kredi kazandırdı, onu sevimli kıldı. Bundan dolayı oy verenler dahi olmuştur! Bahçeli’nin “Ama benim niye oyum yok” diye hüzünleneceğini hayal ettiği için oy verdiğini söyleyen gençler tanıdım mesela!..

Tabii ki abartılmamalı, ama MHP 2000’li yıllarda geleneksel kır-kasaba-taşraya dönük oy potansiyelini birazcık da olsa şehirlileştirebildiyse bunu böylesi popülerleşmelere de borçludur. Onu özellikle AKP’ye göre bir “ferahlık” kaynağı kılan, korkulacak bir hareket, bir öcü olmaktan çıkaran bu türden “yumuşaklıklar”dır ve bunda da Bahçeli’nin payı-katkısı önceliklidir.

Kayıtsız-şartsız ret

Fakat Bahçeli’yi, 7 Haziran seçimlerine giden yol da dâhil, hiç yumuşatmayan bir nokta varsa o, AKP ve Erdoğan’ın Kürt sorununa çözüm yolunda attığı adımlardır. Bahçeli, içerisinde yer aldığı siyasi hareketin doğası gereği bu politikaya “kategorik” olarak, yani ne kadar “samimi” olup olmadığını dahi sorgulamaya gitmeksizin kayıtsız- şartsız reddiye içindedir.

Ancak dolaylı olarak bu politikanın samimiyetsizliğinin, açmak gerekirse Kürt sorununu çözüyorum derken toplumda bambaşka bir sorun, bir “laik(lik) sorunu” yaratan tasarruf ve uygulamalarının da farkında ve takibindedir. Çünkü:

Şiddet kültürü, evet var; ataerkil baskınlık doğrultusunda kamusal alanda “kadın temsili” hususunda tutukluk veya homofobik sertlik, evet var; etnokültürel kimlik dışavurumlarına itiraz, evet var... Ama MHP, Bahçeli öncülüğünde, Türkiye’nin seküler yaşam deneyiminden vazgeçmeye de niyeti olmayan bir partidir. Daha doğrusu ülkenin yakın Cumhuriyet geçmişiyle uzak Osmanlı-İslâm geçmişini AKP gibi kafa kafaya getirmeyi, hesaplaştırmayı, çatıştırmayı düşünmeyen, istemeyen, sevmeyen bir partidir.

Böyle olduğu için de “İslamofaşist” bir rejim inşasına iyiden iyiye giriştiği hem ülke içinde, hem de (daha dün yine Cumhuriyet’te ifşa olduğu üzere) dışarıda, Suriye iç savaşındaki kirli operasyonlarıyla netleşmiş bir kâbus iktidar karşısında MHP, dindarmuhafazakâr cenahta bir sigorta, bir fren, bir panzehirdir.

MHP’yi Ankara’nın Pursaklar bölgesi gibi AKP oy depolarında bir sığınak kılan, sol müktesebata sahip insanlar için bile umut haline getiren budur. Bu çerçevede AKP’nin diktatörlüğe hevesli hegemonyasının 7 Haziran seçimlerinde kırılmasında en başat rollerden biri MHP’ye, Bahçeli’ye aittir.

‘Kırk katır mı kırk satır mı?’

Ama tabii yukarıda değindiğimiz üzere MHP, şimdi koalisyon sürecinde de kancanın takılacağı bir partidir ve Bahçeli tam bir “kırk katır mı kırk satır mı” seçimine zorlanma noktasındadır.

AKP ile, muhtemelen kendi tabanından ya da AKP’den, özellikle oradaki eski (ya da saklı) MHP’lilerden gelebilecek koalisyon teklif ve telkinleriyle karşı karşıya o... Bu, belki bir kez daha MHP hareketini AKP’ye doğru, onun yörüngesinde çözülme sürecine sokacak tehlikeli bir seçenek olabilir.

Öte yandan CHP ile ve HDP’nin dışarıdan destekleyeceği bir koalisyonla da onun “terör sorunu” karşısında çözüldüğünün hem kendi tabanınca, hem de bu süreçte ona hasımlaşacak AKP çevrelerince dillendirilme olasılığı kapıda beklemektedir.

Çok kritik bir noktada kilit konumunda Bahçeli... Ama “kilit” olarak da Türkiye’nin önünü açmak ya da partisinin ve kendisinin önünü kapamak gibi zor ve tehlikeli bir ikilemle karşı karşıya...

O yüzden onun seçim performansını “Nazarlardan uzak olsun” diyerek kaydedelim: Kazanmıştır.

YARIN: RECEP TAYYİP ERDOĞAN



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları