Güz yapraklarındaki yağmur suları...

14 Haziran 2015 Pazar

Nisan yağmurlarının hazirana kayması yazbahar diye başka bir mevsimi yaşamımıza soktu. Sabah kızgın güneşle başlayan gün bakıyorsunuz öğleden sonra sandıktan boşanırcasına yağmura dönüyor, afedersiniz bardaktan boşanırcasına yağmura dönüşmüş.
24 saat bir günü ertesi güne kovalayan koşuşturmanın ardından biraz olsun nefes aldığımız zamanlarda, böylesi günler yaşamın tadına vardığımız başka bir yaşam rengi oluyor. Nisan yağmurları baharın tadıyla birlikte kışın da tam geçmediğini anımsatırdı. Haziran yağmurları ise yaz kapıda dedirtiyor.
Hafta ortasında gündoğumunu karşılamak için çıktığında her taraf gece yağmurunun kokusuyla doluydu. Yağmur sonrasında hava açılmış, güneş çıkmışsa özellikle çam yapraklarının ucu bir başka seyirlik olur. Yağmur damlaları iğne yaprakların en ucunda topluiğne başı gibi durur, bir de güneş vurdu mu kendinizi binlerce lambanın yandığı uçsuz bucaksız bir hoşlukta hissedersiniz.
Bu anın iğde ağaçlarında yarattığı güzellik ise daha başkadır. Açık yeşil iğde yapraklarını vuran güneş her tarafın ışık seliyle dolduğu bir hayal âlemine götürür sizi. Yaprakların hemen altındaki minicik sarı iğde çiçeklerinin yaydığı kokuyla birlikte bu manzaranın içine atlarsanız mırıldanmadan edemezsiniz:
“Yaşamdaki en büyük mucize tabiattaki en doğal olan şeydir!”

***

Yağmurlu gecenin sabahındaki güneşin en güzel desenleri çizdiği yer ise gül yapraklarıydı. Tam da gül mevsimindeyiz. Her biri tabak gibi açmış onlarca gülün arasına başınızı soktuğunuzda artık bir gül ormanındasınızdır.
Elbet güneşle birlikte o güzelim güllerin ortasına arılar ve böcekler de doluşmuştur. Onları da çok ürkütmemek gerekir.
Güllerin arasına burnumu sokunca fark ettim ki yağmur yaprakların ortasında minicik göletler oluşturmuş. Dudaklarım da ıslanınca kendimi doğanın akışına bıraktım. Gül yapraklarının arasındaki yağmur sularını içmek ne de güzelmiş. Hemen yandaki gül ormanına dalarken artık daha dikkatliydim. Beni bekleyen dağ başındaki bir çoban çeşmesi tadındaki su kaynaklarını heba etmemek gerekir.

***

Hemen her mevsimini bildiğim bu gül ormanı 3-4 ay önce sadece dikenlerle örülü dallardan ibaretti. Doğanın o uçsuz bucaksız derinliği ve üretkenliği şimdi o dikenlerin üzerine, insanda hep iyi şeyler düşündüren kocaman bir orman örmüştü.
Bu orman için ilk doğum bu dikenlerin dibindeki tomurcuklardan başlamıştı. Bu dikenlere baktım, dibinde yine gelecek mevsimin hazırlığı var!
Yaşamın her alanında önemli kararlar alma sürecine girdiğimizde doğayı rehber edinsek, sanırım hiç yanlış yapmayız.
Güzel kokulu bir gül demetinin bile hemen altı dikenlerle örülü ama o dikenler aynı zamanda gül ağacının yaşam belirtisi. O gülün üzerine abanıp benim olmalı dediğinizde hem dikenlerle birlikte eyvah derseniz hem de gülü heba edersiniz.
Doğada yaşam birbirini yok ederek değil, birbirini tamamlayarak sürüyor.
Doğaca değil, insanca düşündüğümüzde çoğunlukla tersini yapıyoruz, yani birbirini tamamlayarak değil yok ederek yaşamaya çalışıyoruz. Gülü seven dikenine katlanır deyiminin kökü de bu değil mi? Halbuki gülü severken koparmaya kalkarsak dikenine katlanmak zorunda kalırız. Sadece seversek gülden her tadı alırız.
Seçim bizim:
Doğanın zenginliği içinde gül yapraklarına usulca yaklaşıp yağmur suyu içmek mi, elimizi haşince uzatıp dikenlerin acısını çekmek mi?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İYİ Parti çıkmazı! 18 Nisan 2024
Zafer sorumluluğu... 17 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları