Bir Davayı Ölesiye Sevmek

22 Aralık 2008 Pazartesi

Filmin bir yerinde Doğu Karadeniz’de seks işçisi olarak çalışan güzel Gürcü kızı Elka, Yusuf’a şöyle seslenir: “Sen çok romantik bir insansın. Sen bu zamanda yaşamıyorsun, sanki bir Rus romanından fırlamış gibisin.”

Elka haklı, gencecik bir yönetmen Özcan Alperin senaryosunu yazıp yönettiği Sonbaharfilminin erkek kahramanı, F tipi cezaevinde yaptığı açlık grevi nedeniyle ciğerleri tümüyle iflas ettiği için tahliye edilen ve sığındığı anne evinde ölümü bekleyen Yusuf gerçekten günümüze ait gibi durmuyor. O son romantiklerden, o yitiren biri...

Karadenizin hırçın doğasında öylesine korunaksız, öylesine yalnız ki, onun çaresizliği, yalnızlığı insanın içine işliyor ve filmden çıkarken isyan etmek istiyorsunuz!..

Evet, Yusufun bu suskunluğunda, çaresizliğinde benim de payım var! Hayat kurtarma operasyonları sırasında sokaklara dökülmediğimiz, ölüm orucuna yatan çocuklarımızın çaresizliğini hissedip onlarla birlikte ölüm orucuna yatmadığımız için hepimizin payı var.. bizim birilerinden özür dilememiz gerekiyorsa, bu, ölüm oruçlarında hayatını kaybeden ve sayıları yüzleri bulan çocuklarımızdan dilediğimiz bir özür olmalı...

Yönetmen Özcan Alper ve onunla birlikte bu filmi kotarmak için çalışan bütün dostlarının bu vakitsiz ve çaresiz ölümlere tanıklık ettiklerini düşünüyorum. Bunları bire bir yaşadılar ve artık zamanıdır dediler.. artık bir şeylerin hesabının sorulma zamanıdır. Yüzlerce ölüm ve yüzlerce yarı sakat gencin bu durumda olması devletin de bir ayıbıdır ve her dakika olur olmaz bize demokrasi dersi veren Batılı dostlarımızın da bir ayıbı.. En çok da bizim ayıbımız...

Sonbahar için başka ne söyleyebilirim, bu müthiş politik filimde tek bir slogan yok, tek bir işkence sahnesi yok.. ama Yusufun dolaştığı dağ başlarının her daim bulutlu olduğu o muhteşem coğrafya adeta bir hapishane gibi. Ve Karadeniz her daim dalgalı.. ama hayat çok sakin akıyor.

Yönetmen Özcan Alperin son derece az konuşmalı bu filminde, neredeyse her şey insanın kulağına bir şey fısıldıyor. Örneğin Yusufun tahliyesi sırasında doktorun penceresinde gördüğü bir karga adeta onu takip ediyor; anne, evinde açık havada yattığı sedirin başına geliyor ve Yusuf sık sık onun sesiyle uyanıyor. Bu karga bir kara ölüm gibi. Ve Karadenizin hiç durmayan yağmuru ve genellikle karamsar atmosferi bize hep kahramanımızın bir süre sonra öleceğini hatırlatıyor ve adeta bir infazı izler gibi oluyorsunuz...

Yönetmenin ilk uzun filminde, içerikle ilgili böylesine başarılı bir anlatım kurması gerçekten övülesi bir durum. Bu film sanki başka türlü anlatılamaz. Özellikle Gürcü kızıyla Yusufun seviştiği o sahne unutulur gibi değil. Her şey o kadar insana ait ki, kederden kahroluyorsunuz.

On gün önce Rusyadaydım. En son 1989da gittiğim Moskovada neler değişmiş kavramaya çalıştım; değişenlerin yanında değişmeyen tek şey, o uçsuz bucaksız topraklarda her zaman var olan muhteşem bir vicdani sorgulama ve hüzündü. Çevremde gördüğüm pek çok Rus, romanlardan fırlamış gibiydi ve şunu öğrendim: Rusyada romantizm asla yok olmayacak, tıpkı Hopada ve Türkiyede yok olmadığı gibi.

Şimdi bize, özverili bir ortak çalışmanın gerçekleşen hayali Sonbaharfilmine gitmek düşüyor. En çok da kendimizle yüzleşmek için. Büyük lafları bir yana bırakıp önce yakın tarihimizle yüzleşelim, bence bu bize iyi gelecektir.

isilozgenturk@gmail.com



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Alay ettiler... 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları