Arcayürek ayakta öldü!

24 Haziran 2015 Çarşamba

Cüneyt Arcayürek için 13 Mayıs’tan itibaren kabullenmeye çalıştığımız doğal sona, dün saat 14.30 sıralarında geldik.
Artık aile gibi olduğumuz doktoru Cem Sungur, o gün için yaşama dönme umudunu yüzde 20 civarında vermişti. 11 Haziran’da ise, “Tedaviye cevap vermiyor, sadece beyin direniyor, son bir kez görmek isterseniz...” diye aradı.
Cüneyt Abi’nin beyninin son ana dek yaşama tutunmasına elbette şaşırmamıştım. Zira çok gençti. Bedeni kaç yaşında olursa olsun, beyni hep gençliği, diriliği, zindeliği anımsatıyordu.
Gazetecilik için sık kullanılan, “gazeteci doğulur mu, olunur mu” diye ikilem vardır. Kimileri bu mesleğin doğuştan kazanılan bir yetenek olduğunu söyler. Kimileri de adım adım gazeteci olunabileceğini savunur.
Özellikle günümüz Türkiyesi’nde asıl olan gazeteci kalabilmek, devamında da gazeteci olarak ölebilmektir.
Arcayürek, son ana dek gazetecilik soludu. Tedavi sürecinde biraz olsun kendine geldiğinde, “yazıyı yazmak lazım”, “yazımı geçtiniz mi” diye mırıldandığını söylediler.
Arcayürek, kalemini ne sattı, ne kiraladı, ne de sağlığı el verdiği ölçüde bir an olsun bıraktı.
Sözcüğün tam anlamıyla, ayakta öldü.

***

Arcayürek, ölümle barışıktı. “Nasıl olsa bir gün gelecek” deyip, kendisinden sonrasına ilişkin konuşmaktan çekinmezdi. Başlıca vasiyeti, Gölbaşı Mezarlığı’na gömülmekti. “Sakin, bir de göle bakıyor” der, kahkahayı koyverirdi, “manzarası güzel.” Ardından ciddileşir, “Bak, bu dediğimi yapmazsınız, çekeceğiniz var” derdi.
Silivri günlerinde sık mektuplaştık. Her mektubun başında kaçıncı kez yazdığını gösteren rakam olurdu. O mektuplarda doğal olarak sıklıkla özgürlükteki günleri anımsardım. Her sabah saat 10.30-11.15 arası kahve sohbetini... Normal zamanda yapılacak şey değil ama mektuplardan birini okurken o kahve sohbetlerinin toplam ne kadar sürmüş olabileceğini hesaplamaya giriştim. 1996’dan 2009’a dek, 4 bin saat...
Konuşamayacağımız konu yoktu. Günlük gelişmelerden gazetemizde olup bitenlere kadar...
En çok bozulduğu konu ise bir haberi geç duymuş olmaktı... Bir gece yarısı bir bakan istifa etmişti. Şehir baskısına güç bela yetiştirdik. Ertesi sabah odama kapkara asık bir suratla girdi. “Bir arasaydın” diye başladı... “Abi gece yarısıydı... Yazınıza baktım bununla ilgili de değildi... Rahatsız etmek istemedim” sözlerinin hiç anlamı yoktu.

***

Arcayürek için yaşamının son anına dek gazeteciydi dedik ama asıl kimliği tam bir Mustafa Kemal Atatürk hayranı olmasıydı. Atatürk’le karşılaştığı anı defalarca kendisinden dinlemiştim. Sanki o an Atatürk başını okşuyormuş gibi bir hava olurdu yüzünde.
Atatürk Türkiyesi’nden ödün verildikçe hayıflanırdı, çok üzülürdü. O dönemi hem okumuş, hem tanıklarından dinlemiş, bir ölçüde de yaşamıştı. 10 Kasım’larda, 29 Ekim’lerde Anıtkabir’in yüz binlerce insanla dolup taşmasına nasıl sevinirdi. “Güya ölü diymi” diye söze başlar, “Anıtkabir’de yatıyor ama, hâlâ bugüne yön vermeye devam ediyor. Ne kadar unutturmaya çalışsalar boşuna” diyordu.
Atatürk’ün büyüklüğünü anlatırken NUTUK’a gönderme yapar şöyle derdi:
“Kendisinden sonra kimin ne diyeceğini, kimin neyi nasıl saptırmaya girişeceğini bildiği için, kendi tarihini de kendisi yazdı.”
Arcayürek, bir kuşağın aktif gazeteciliği sürdüren son temsilcilerindendi.
Haberciliğin, en yeni olanı arama heyecanının, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerlerinin, muhabirlik ruhunun başı sağ olun.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

ABD gezisi iptal gibi! 25 Nisan 2024
ABD ile Hamas gerilimi! 24 Nisan 2024
Istakozgiller! 23 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları