Arcayürek’in ardından bir daha…

27 Haziran 2015 Cumartesi

Çalışma odası on metrekare ya var ya yok” diye anlatmışım Arcayürek’i “Demokrasi Dönemecinde Üç Adam”ı çıkardığı sırada yaptığımız bir söyleşide ve şöyle devam etmişim: “Bir yazı masası, bir eski daktilo, yerden tavana dek uzayan kitaplar. Aralarda bir yere sıkışmış ’65 yılından kalma bir -Hürriyet- gazete sayfası örneğin. O ünlü manşet:Johnson Mektubualtında Arcayürek’in imzası.
Mektubu nasıl ele geçirdi Cüneyt Arcayürek? ‘Bir gün anlatırsam; o siz olursunuz!’ diyor şimdilik ve haberi nasıl gazeteye ulaştırdığını anlatmakla yetiniyor sadece:
İsmet Paşa’nın koalisyon hükümeti yeni düşmüş. Büyük bir Kıbrıs partisi var. Gazetelerde bir rivayet dolaşıyor: Johnson mektup yazmış. Millet mektup peşinde. Yatıp kalkıp bunu kovalıyoruz. İstanbul’dan her gün telefon: Hâlâ alamadın mı mektubu yuh, yahu falan gibi laflar. İşte o yarış içinde kaptım haberi ve Hürriyet kamyonuyla İstanbul’a kendim götürdüm. Kış kıyamet. Sıkıyönetim ilan etti gazete. Giren çıkamıyor. Ertesi gün bir dönüş bileti verdiler elime. Yorgunluğumu havaalanında içtiğim bir kadeh viskiyle attım. Yaptığım haberin tarihi önemini sonradan kavradım. Telaşım sadece haberi atlamamaktı…’
’60’lar Türkiye’sinin gazetecilik şartları böyle. Bugün hâlâ aynı heyecan ve aynı mütevazı şartlarda sürdürüyor gazeteciliğini Cüneyt Arcayürek. Günde 12 saat çalışarak. Öğlen 2’ye dek gazetede, öğleden sonra akşama dek evde. Yardımcısı, bir sekreteri yok. Daktilosunun şeridini kendisi değiştiriyor. Arşiv araştırmalarını kendisi yapıyor. Her gün günlük yazı yazıyor ve bu arada on cilt kitap çıkarıyor. Hayranlık duymamak elde mi?”(5 Aralık 1999, Milliyet)
Bir dönemin gazetecileri işte böyleydi. Meslekleri ve yaşamları arasında ayırıcı bölmeler yoktu. Olağanüstü bir haber için elde edilen en müthiş mükafat “havaalanındaki tek kadehlik bir viski”den ibaret olabiliyordu…

Gazetecilik dersi
Arcayürek’e o röportajda aynı zamanda “Liderlere hem yakın, hem eleştirel uzaklıkta bir ilişkiniz var. Nedir sırrı” sorusunu sormuş, Demirel’i anlatmasını istemiştim.
Uzun süre danışmanlığını yaptığı ve “Küllerinden doğan bir anka kuşu gibidir” diye tarif ettiği Demirel’le ilişkisini “Çok mesafeli olmuşuzdur” sözleriyle tanımlayan Arcayürek eklemişti:
Kendisine hep beyefendi demişimdir. Hepimizin neslinden ve gazetecilikten geldiği halde Ecevit de genel sekreter olduğu gün ‘beyefendi’ dedim. Bu işin bir sırrı da bu. Hiçbiriyle laubali olmadım. Mesleğimi asla onlara kullandırtmadım. (12 Eylül öncesi) Uyarı mektubu haberim örneğin, Hürriyet’te patladı. Haberi ben yazmıştım. Süleyman Demirel: Bana bir haber verseydiniz demişti. Ben devleti idare eden bir unsur değilim ki! Gazeteciyim. Başbakana böyle bir haber verdim mi; derhal vaziyet alır. Birkaç büyük olayda bana hep bu serzenişte bulunmuştur. Eh yani nasıl yapabilirim, söyler misiniz?

Ve ‘toprağı bol olsun’
Ustamızı son yazımda “toprağı bol olsun” notu ile andım.
Sen misin bu ifadeyi kullanan?
Toprağı bol olsun!” yalnız gayri müslimler için kullanılırmış. Bunu bilmiyor muymuşum? Taziyelere dek varan bu “kökten ayrımcılığı” benim hafsalam almıyor.
Toprağı bol olsun!” çok uzun zamandır geniş çevrede Müslümanı, gayri müslimi ile kabul gören; bu toprakların mesajı. Nedeni de şu:
Eskiden Anadolu uygarlıklarında ölen önemli kişilerin mezarları insanlar tarafından ziyaret edilir ve kendi memleketlerinden getirdikleri toprak meftanın mezarına eklenirmiş. Hatta bazı kralların mezarları küçük birer dağ kadar olurmuş. Sözün özü, toprağı bol olan insanın, hayatında önemli işler yapmış, takdire şayan bir muhterem olduğu anlaşılırmış. İşte bu söz de günümüze kadar yaşatılmış bir iyi dilek temennisi olarak dillere pelesenk edilmiştir.” (Ekşi Sözlük)
Demirel’in mezarına, en son sevenlerinin Anadolu’nun dört bir yanından “toprak taşımasına” tanık olduk... Ben bu taziyeyi bu manada anlıyor ve kullanıyorum.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları