‘Mevhibe’ ya da yakın tarihten birkaç sayfa...

29 Haziran 2015 Pazartesi

“Mevhibe – Çankaya’nın Hanımefendisi”, Mevhibe ve İsmet İnönü’nün torunları Sayın Gülsün Bilgehan’ın kaleminden çıkma, roman akıcılığında bir yakın tarih anlatısı. İlk kez 1994 ve 1998 yıllarında iki cilt halinde basılan eser, geçenlerde bu kez tek cilt olarak ve yine Bilgi Yayınevi tarafından yayımlandı.
Kitaptaki “yakın tarih”, Milli Mücadele’yi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarını da içeren geniş bir zaman parçasını kapsıyor. Eseri yutarcasına okudum ve bir kez daha “ısındım”. Buradaki “ısındım” sözcüğünü okurlarım için biraz açıklamam gerekiyor.
Yaklaşık yirmi yıldır kimi zaman içimi, hayatımın daha önceki dönemlerinde yabancısı olduğum bir “üşüme” kaplıyor. Neredeyse fiziksel olarak üşüdüğümü, dahası bazen de donduğumu hissetmeye başlıyorum. Asıl tuhaf olan ise bu duygunun o andaki hava koşulları ile hiçbir ilintisinin bulunmaması. Bu türden bir üşümeyi en sert kış koşullarında olduğu kadar ağustos sıcaklarında da hissedebiliyorum.

Yanlış bir tarihin umarsızlığı...
Çünkü sözünü ettiğim üşüme, bazen ansızın “yanlış” bir tarihi yaşadığımı algılamamdan kaynaklanıyor. Böyle zamanlarda çevremde ve ülkemde olup bitenleri kavramaya çalıştığımda içimden bir ses: “Aslında yanlış bir tarihi yaşamakta olduğunun farkında mısın?” diye soruyor, ardından da hemen ekliyor: “Çünkü aslında hiçbir şey, böyle olmamalıydı! 1923’ten bu yana akıp giden zaman, sonunda böyle bir tarihe dönüşmemeliydi! Ama dönüşmüş ise eğer, o zaman bu demektir ki özellikle ellili yılların başından bu yana, bu ülkede bir şeyler çok yanlış yaşanmış ve onlar, hiçbir zaman doğru bir tarihin yörüngesine yerleştirilerek düzeltilemez!”
Çok doğru!
Eğer ben, 2015 yılında yaşarken ansızın ülkemin geride kalan yirmili, otuzlu, kırklı yıllarının özlemini, hem de çoğu zaman içimi yakıp kavururcasına çekmeye başlıyorsam, o zaman bu ancak söz konusu süreçte tersine bir gelişme seyri izlendiği anlamına gelir.
Ve o zaman ben bu yüzden içimi saran üşümeyi ancak belgeler ve tanıklıklar aracılığıyla o yıllara geri dönerek giderebiliyorum. “Mevhibe”deki gibi belgeler ve tanıklıklarla, bu kez doğru yaşanmış olanlara uzanan bir yolculuğa çıkarak...

‘Doğru’ yaşanmış olanlara uzanan yolculuk...
Ankara’nın gelişmesi üzerine bir alıntı: “Ankara gün geçtikçe gelişiyordu. Yeniden yapılanan Türkiye’nin gözbebeği haline gelmişti. Cumhuriyet fikrini en iyi temsil eden başkent, modern bir şehircilik planına göre kuruluyordu. Memleketin en güzel sokakları, caddeleri ve en titiz belediyesi Ankara’da bulunuyordu...”
Yeni kurulan Cumhuriyet’in başkentinde sanat da asla ihmal edilmemektedir: “Aynı günlerde Ankara Opera ve Tiyatro öğrencilerini çalıştıran Karl Ebert sahneleyeceği ilk opera temsilinin hazırlıklarını bitirmek üzereydi. Hoca, genç Türk oyuncularının doğal yetenek ve çalışma güçlerine hayrandı. Pek çok ülkede dersler veren Ebert, modern ve yepyeni bir memlekette şimdiye kadar yapılmamış bir işle uğraşmanın zevkini tadıyor ve birkaç sene sonunda dünyanın en özgün ve ilginç operasının Türkiye’de doğacağını düşünüyordu...”
Evet. “Mevhibe – Çankaya’nın Hanımefendisi”, ancak bu ülkenin şimdi çok gerilerde kalmış bir dönemine yapılan, aynı zamanda hem gurur verici hem de hüzünlü bir yolculuğun öyküsü olabilir...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları