Şifanın yurdu: Zeynep’in Alanya’sı

01 Temmuz 2015 Çarşamba

Bazı dostluklar vardır, ansızın başlar ve gelişir. Zeynep’le ikimizin dostluğu da böyle oldu. O beni 2013 yılının Mayıs ayında dostlarıyla birlikte aşkla yaptıkları 12. Alanya Belgesel Film Festivali’ne davet etmişti. O zamana kadar benim için deniz, güneş, kum ve bir parçacık da Alman ve Rus kenti olan Alanya, ansızın değişmişti. Gencecik bir kadın, 12 yıldır tekerlekli sandalyesini inanılmaz bir hızla çevirerek hem belediye tiyatrosunda gencecik öğrenciler yetiştiriyor hem de gerçekten pek çok kişiye uzak olan, belgeselleri Alanyalıların ilgisine, bilgisine sunmaya çalışıyordu.
Burada Zeynep’in yıllar önce çok vahim bir trafik kazası geçirdiğini, seksen metrelik bir uçuruma yuvarlandığı ve ölümden döndüğünü söylemek isterim. Bu vahim hikâyeyi bile o neşeli bir öyküye döndürmeyi bilenlerden, şöyle anlatıyor: “İnanmayacaksın ama ben o zamanlar Troçki’ye âşığım. Odamda, ofisimde her yerde Troçki var, hayatını yemiş yutmuşum. Uçmuşum, uçurumun dibinde yatıyorum, kimselerin beni görmesi mümkün değil. Kendi kendime düşünüyorum, birilerinin beni artık bir hurda olan arabadan çıkarması gerek. Kime seslensem ki… İşte o anda Troçki imdadıma yetişiyor, beni usulca alıp arabadan çıkarıyor, evet biliyorum inanmıyorsun ama böyle oluyor, daha sonra beni baygın bir halde bulanlar, arabadan nasıl çıktığıma çok şaşırmışlardı. Arabanın dışındaydım. Bunu Troçki yapmıştı.
Evet Zeynep’i bir tanıdım pir tanıdım. Ve ne zaman canım sıkılsa, bir şifa aramaya başlasam Zeynep’in Alanya’sına gitmeye başladım, Gezi olayları sırasında zaten sakat olan sağ ayağımı, daha da sakat yapmamak için Alanya’ya kendimi atmıştım. Nedeni malum sokaklara çıkmadan evde pineklemek çok zor gelmişti bana, uzakta olursam sokaklara çıkmam demiştim. O günleri, Zeynep ve diğer dostlarla Alanya sokaklarında kilometrelerce yol yürümemizi, Zeynep’in tekerlekli sandalyede elinde pankartlar en önde ilerlemesini unutmayacağım.
Evet, anlaşıldığı gibi gene Alanya’dayım. Zepnep’in şifalı Alanya’sında. Bu kez bir atölyeye davetliyim. Mandala atölyesine. Şimdi Mandala nedir diye soracaksınız? Mandala bir resim tekniği. Aynı zamanda şifalı bir yol. Benim gibi spiritüel işlere kafası pek basmayan birinin Mandala’yla ne işi var diyeceksiniz? Haklısınız, ben de kendime şaşıyorum. Atölyeye giderken kendi kendime söyleniyordum, “Bak şu Zeynep’in yaptığı işe, ben kim Mandala kim?” Ama işler hiç de öyle olmadı, önce Moda’nın taşlarını da boyayan bir Mandala uzmanı Aslıhan’la (Aksun) tanıştım. Ve o söze şöyle başladı: “Mandala hayatın yolu gibi. Bir merkezden başlıyor, küçük bir noktadan tıpkı ana rahminde bir küçük spermin yumurtayı döllediği an gibi.
Sonra sen o
merkezden dışarı doğru ilerliyorsun, bu yol engellerle, tersliklerle, büyük coşkularla dolu ve sen bu yuvarlağı büyütüyorsun. Kendin kılıyorsun.” Sonra çizmeye başladık. Ben birden anımsadım, yıllar önce karayoluyla Hindistan’a gittiğimde bu felsefe uyarınca yapılmış yol süsleri, basılmış kumaşlar görmüş hayran kalmıştım. Hatta bir kitap bile aldığımı biliyorum. Hep merkezden başlayıp dışa doğru dönen yuvarlaklar. Bu yuvarlakların içine her şeyi yerleştirebilirsiniz. Aşkı, sevgiyi, dostluğu, nefreti, ihaneti, ölümü, doğumu, her şeyi.
Çizmeye devam ediyoruz. Ben bir anda merkezden başlayıp açılan tüm çemberlere yuvarlaklar doldurup, atölyedekiler daha başlangıçtayken olayı bitiriyorum. Ama o da ne, bir aferin bile yok. Aslıhan tam bir hoca tavrıyla, “Bu kadar acele neden” diye soruyor. Nasıl yani, “işte bu kadar!” Aslıhan yanıt vermiyor ve ben bir anda ayıyorum, Mandala aynı zamanda aşırı odaklanma demek, aynı zamanda sabır demek, aynı zamanda iç dünyaya bir yolculuk demek.
Mahcup bir öğrenci gibi hemen elime yıllardır kullanmadığım pergeli alıp, yeni bir Mandala için zemin hazırlıyorum. Bu kez acele etmek yok, sakin ve sabırla kendi yollarımı çizmeye başlıyorum. Tuhaf bir şey, hiçbir zorlama yok, canım ne istiyorsa yapıyorum, çiçekler, yunuslar, karanlık yollar, her şey… Birden bakıyorum ben iki saattir, bu dünyadan başka bir dünyada gezinmişim. Ve canımı sıkan ya da içimi sevince boğan her şey önümde duruyor. Ve ne kadar da bana benziyor bu Mandala. Başka kimseler yapamaz!
O da ne? İnsanın yaptıkça yapası geliyor, hadi bir tane daha, hadi bir tane daha. Aslıhan bu kez “Dur artık, yapma” demek zorunda kalıyor, bıraksa götüreceğim.
Sonra kendimi uzun zamandır hiç bu kadar hafiflemiş hissetmemiştim. Ve aceleci halimden eser yok. Ne deliler gibi hemen denize koşuyorum ne de dağlara vuruyorum. Sakin, öylece duruyorum. Bu benim için çok yeni bir şey. Durmak ve yeniden bir Mandala’ya başlamak. Şifalı bir suya girer gibi.
Bu arada Zeynep gülerek, “Sen artık evde ne varsa oraya bir Mandala yaparsın” diyor. Başımla onaylıyorum. Öyle. Umarım şu karmaşık günlerinizde bu da şifalı bir yazı olmuştur. Sakinleşin, biraz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Alay ettiler... 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları