Aslında iki ‘tek adam’ vardı...

06 Temmuz 2015 Pazartesi

Konu, geçen hafta “Mevhibe Çankaya’nın Hanımefendisi” başlıklı yazıyı yazarken aklıma takılmıştı.
Kitabın sonundaki “Fotoğraf Albümü” bölümünde, 544. sayfada, Atatürk ile İsmet İnönü’yü gösteren resmin altında şöyle bir yazı vardı: “Atatürk ve İnönü. Milli Mücadele ve Cumhuriyet tarihi, iki arkadaşın onurlu ve belki sonunda hüzünlü öyküleridir.”
Beni duraklatan, bu yazıdaki ‘hüzünlü’ sözcüğüydü. Sözcük beni önce en aşağı on, on beş yıl öncesine, Cumhuriyet’in Cağaloğlu’ndaki eski binasına götürdü. Bir akşam üzeri İlhan Selçuk’un odası. Yalnızdık. Onun önünde Mustafa Kemal ile İnönü’yü birlikte gösteren bir fotoğraf vardı. İlhan Selçuk resme uzun uzun baktıktan sonra şöyle demişti: “Bir düşünsene! Mustafa Kemal, Cumhurbaşkanı; İsmet İnönü de Başbakan! Ne zamanlarmış, değil mi!”
Gerçekten, ne zamanlarmış! Hele şimdi yaşadığımız zamanların pespayeliği ile karşılaştırıldığında!
Evet, Atatürk ile İsmet İnönü’nün eşine ender rastlanır dostluklarının öyküsü, sıra dışılığının yanı sıra aynı zamanda hüzün kokan bir öyküdür. Çünkü bu öykü, ikisi de zamanlarının ‘Tek Adam’ı olan iki insanın hayat yollarının kesiştiği bir dönemin tarihidir.
Mustafa Kemal, devrimlerin ve yıkılan çağların yerine yenilerini inşa etmenin Tek Adam’ıdır. Ölümünden on gün kadar önce Ankara’daki küçük bir toplantıda ‘devrimlerin kadroları’ üzerine konuşulurken odadakilerden biri biraz ötede, pencerenin yanında ayakta durmuş Ankara’yı seyretmekte olan birine sorar: “Peki ya siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?” Pencereden bakan adam, başını döndürmeden şu karşılığı verir: “Aslında devrimlerin tek kişilik bir kadrosu vardı, o kişi de şimdi Dolmabahçe’de ölüyor!”
Bunu söyleyen adamın adı, İsmet İnönü’dür.
Yani genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci ‘Tek Adam’ı…
İsmet İnönü, Atatürk devrimlerinden ödün vermemenin, çağdaşlaşma kararlılığının Tek Adam’ıdır. Mustafa Kemal’in ardından laikliği ne pahasına olursa olsun savunmanın ikinci Tek Adam’ıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin mutlak bağımsızlığı ilkesine gönül vermiş adamdır.
İsviçre’de, Sevr paçavrasının yerine bir zamanlar onu hazırlamış olanlara Lozan’ı dikte eden ve bu onur belgesini Ankara’ya getiren Tek Adam’dır.
Atatürk’ten sonra ise, zamanının geldiğine inandığında çok partili rejimi kuran ve bu rejimin kökleşmesi uğruna ‘Milli Şef’liği de, Değişmez Parti Başkanlığı’nı da elinin tersiyle bir yana itip Çankaya’dan ayrılabilen adamdır. Çünkü tıpkı bir zamanlar, Milli Mücadele’nin en kritik günlerinde, TBMM’deki bazı bakarkörlerin katkısıyla Başkomutanlık süresi uzatılmayan Mustafa Kemal’in, elindeki ordu ile o Meclisi bir hamlede dağıtmak yerine birkaç günlüğüne Ankara’ya gelip süresinin Meclis kararı ile uzatılmasını yeğlemesi gibi, ikinci Tek Adam İsmet İnönü de 1950 seçimiyle birlikte iktidardan ayrılacak kadar demokrasi âşığıdır.
Evet, Cumhuriyet’in sonraki yıllarında ne yazık ki bu iki ‘Tek Adam’ın benzerlerine bile rastlanmayacaktır. Onların öyküleri bu yüzden hüzün kokar.
Bugünün gençliği “Mevhibe”yi biraz da bu hüznün kaynaklarının bilincine iyi varabilmek için okumalıdır!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları