Bağış Erten

Bir derdim var futbolla

08 Temmuz 2015 Çarşamba

Birkaç gün önce bir arkadaşım sitem etti: “Sen de futbola ne sallar oldun yahu. Dünya güzeli oyun. Ne derdin var?” Derdim yok. Futbol bence de dünyanın en seyirlik sporu. Ama memleketteki hallerinde bir sorun var. Derdim o. En sevdiğimiz oyunun bugünü sorunlu, geçmişi kirli. Ki görünen o ki geleceği de tehlikede. Bundan kaygı duymamak mümkün mü?
Geçen hafta içinde basketbol 19 yaş altı dünya şampiyonası vardı. Türkiye’nin yetiştirdiği gençler dünya üçüncüsü oldu. Üstelik bu bir rastlantı değil. Basketbol otoritelerine göre gümbür gümbür bir jenerasyon geliyor. Son 5 yılda U18 Avrupa Şampiyonalarında iki şampiyonluk, bir üçüncülük var basketbolda. Ülkenin en popüler ikinci sporu ve geçtiğimiz sezon Avrupa’nın en çekici liglerinden biriydi. Ama parayla oluşan bu güzellik eleştiri konusu da oluyordu. Şişkin bir bütçe, avm gibi yükselmiş takımlar vardı. Fakat görüyoruz ki, altı boş değil. Üstelik son dört yılda dört farklı şampiyon çıkarmış bir lig izliyoruz.

Parlayan yıldız voleybol
Kadınlar voleybolda Avrupa’nın yükselen gücü Türkiye. Son beş yılda Şampiyonlar Ligi’nde üç farklı takımın oynadığı, dört kez şampiyonluğa ulaşan beş final var. Yine son beş yılda CEV Kupası’nda ise üç şampiyonluk bir kupa... Milli Takım her daim belirli bir seviyenin üstünde. Eczacıbaşı ayrı başarılı, Vakıfbank ayrı, Fenerbahçe, Galatasaray ayrı. Federasyonu en iyi çalışan spor olarak sadece başarılarıyla değil yetiştirme politikasıyla da öne çıkıyor voleybol. Voleybol liseleri, özel pilot okullar ve uygulamalar derken karne müthiş. Neredeyse her yıl büyük bir uluslararası başarı var.

Altyapı da ne?
Peki futbolda neler oluyor? Ligimizin muhteşem kalitesi (!) bir yana asıl sorun altyapılarda. Şampiyonluklarıyla böbürlenen takımların geniş kadrolarında sözde toplam 36 tane 23 yaş altı oyuncu var. Ama bu gençlerin bir sezonda oynadığı maç sayısı ortalama 7.3. Beşiktaş gene iyi. Fenerbahçe ve Galatasaray’da toplam 22 tane 23 yaş altı oyuncu var. Oynadıkları maç sayısı yılda beş değil. Onda da aldıkları dakika üçü beşi geçmiyor. Hadi onlar sahnenin önündekiler. Peki yetenekler ne durumda. Altyapılarda Türkiye ne yapıyor? Trabzonspor’un altyapısından oluşan Trabzon Erdoğdu Anadolu Lisesi’nin başarısını koyun bir tarafa, bakın öbür tarafta ne var? Son beş senedir Avrupa’da U19’da ve U17’de değil finale çıkmak, grup aşamasından ileri gidemedik.

İşler kötü gidiyor
Durum size de vahim gibi gelmiyor mu? Yazıyoruz, söylüyoruz, uyarıyoruz ama futbol dünyası hal ve gidişin farkında değil. Bir sporu popüler yapan unsurların başında başarı gelir. Bu kadar müzmin başarısızlık sonunda duvara toslamanıza neden olur. Ülker Arena’nın seyirci ortalaması Şükrü Saraçoğlu’ndan fazlaysa, memleket futbolu her gün polemikle yürüyorsa işler kötü gidiyor demektir. Bu çok net.
Diyeceksiniz ki “Futbol altyapımızın en büyük transferi gerçekleşti. Arda Barça’da. Sen ne diyorsun?” Evet, Arda’nın transferi Cumhuriyet tarihinin en büyük futbol işlerinden biridir. Ama o bir istisna. Oyunuyla, haliyle, tavrıyla, her şeyiyle istisna. Ne önü var ne de arkası. Tekil, tek tabanca!
Peki, bir oto-kritik daha. “Nani, Podolski, Eto’o geldi, Van Persie geliyor. Daha ne olsun!” Doğru, bu isimler bambaşka bir ruh getirebilir. Ama uzun dönemli başarılar için başka şeyleri de başarmak zorundasınız. İzleyelim, görelim bakalım. İşler nasıl gidecek?

Yeni transferlerden vecizeler
• RobIn van PersIe: “Manchester United futbolu soluyan bir kulüp. Ne zaman zor kararlar vermek durumunda kalsam içimdeki çocuğu dinliyorum. Çünkü o çocuk sürekli ‘United’ diye bağırıyor.”
 Lukas PodolskI: “Futbol satranca benzer, sadece zarla oynanır.” (Aslında ‘zarsız oynanır’ demiş ama sanırız o bir sürçü lisan)
 LuIs NanI: “Aklımı çelen şey benim sevdiğim, beni seven yeteneklerime inanan insanların yanında olma zevki.”
 Samuel Eto’o: “Afrika’nın bana verdiğini ona geri vermek istiyorum; futbol oynama şansı.”

Futbol dili ve edebiyatı
Yıldızların havada uçuştuğunu yazıyoruz kaç zamandır. Her gün yeni bir isim geliyor. “Bu takımın formasını giydiğim için mutluyum” diyor, bu taraftara layık olmaya çalışıyor, İstanbul’u, Antalya’yı, Trabzon’u çok beğeniyor, stada ağzı açık kalıyor vs. Bir de gerçekler var. Hepsi sudan çıkmış balık gibi. Oysa futbolcunun ağızdan çıkan kelam önemli. Hele bizim ligde daha da önemli. Çünkü ya hiçbir şey söylemeyen bir model var, her lafı kapalı kutu. Ya da konuştukça batan, polemikçi, düşman yaratan nefret dilliler... Ağzından çıkanı duyan, ne söylediğini merak ettiğiniz ise birkaç isim var sadece. Hamit Altıntop gibi, Şota gibi. Hadi samimiyetle soralım, eğer Şota bu kadar iyi konuşuyor olmasa bu kadar görev şansı yakalayabilir miydi? Ya da Hamit’in kendini bilen, akil konuşmalarına ne demeli. Maç sonrası mikrofon ona uzatıldığında hepimiz boşa beklemiyoruz. Çünkü ne dediğini biliyor. Arda tabii ki muhteşem performansıyla Barcelona’da. Ama herkes bir yandan o şirin, pozitif karakterinin de bunda etkisi olduğunu söylemiyor mu? Hiç mi etkisi yok?
Şimdilerde bir dolu yeni isim geliyor Türkiye’ye. Ve herkes onların ağzından çıkacak iki lafa kilitlenmiş durumda. Umarım, farklı bir bakış açısı getirenlerden olurlar. Umarım konuştuklarıyla olay değil gündem yaratırlar. Umarım ketumluk ve klişeler yerine ufkumuzu geliştirecek bir şey söylerler.
Aslında söylemişlikleri de var. Bu sezon ülke futbolunu renklendirecek olan flaş transferlerden birkaç inci sunalım size. Umarım böyle güzel sözler duyarız da kısır futbol dili ve edebiyatımız biraz renklenir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bu sezon o sezon değil 2 Eylül 2018
Herkes biliyor 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları