Turizmde Kara Bulutlar! (1)

10 Temmuz 2015 Cuma

Siyasal Bilgiler Fakültesi 3. sınıfta “tez” vermemiz gerekiyordu! 1959’da konumu “turizm ekonomisi” olarak seçtim. O tarihte “Turizm Bakanlığı” yoktu, Başbakanlığa bağlı “Turizm Müdürlüğü” vardı. Müdür, sonradan ünlü bir ressam olarak sanat dünyasında yerini alan Burhan Doğançay idi. Türkiye’den, dünyadan turizm istatistikleri verdi. Çok katkısı oldu.
İkinci büyük yardımı Alman Profesör Fritz Baade’den aldım. Prof. Baade o yıl Adnan Menderes Hükümeti’ne “Türk turizminin gelişme imkânları” konulu bir rapor sunmuştu.
Raporda, Akdeniz ülkesi olan Türkiye’nin dünya turizminde önemli rol oynayacağı gerekçeleri ile anlatılıyor, “Bu alandan, yılda birkaç yüz milyon dolar (!) gelir sağlanabileceği” vurgulanıyordu. Raporu okuyanlar, Baade’nin “hayal gördüğünü” yorumluyorlardı. Baade’nin, bana da verdiği raporundaki bir haritada, Rodos adası ile bizim Akdeniz kıyıları kıyaslanıyordu. Rodos’taki karayolu yoğunluğunun yanında, kıyılarımızda hemen hemen hiç yol yoktu.
Baade’nin şu gözlemini hiç unutamam: “Rodos’taki turistik yatak sayısı, tüm Türkiye’deki yatak sayısından fazladır!”

Müdürü suya attı
Tezimden 4 yıl sonra, 1963’ün Temmuzu’nda gazeteci olarak Ege kıyılarında dolaştım. Kuşadası’nda, Kaymakam Özer Türk ile tanıştım. Fransızlara “ClubMed’i” açtırmış, kendisi de “Kuştur” tatil sitesini kurmuştu. Burhaniye kaymakamlığında Artur’u, Muğla Valiliği’nde de Bodrum ve Datça’da Aktur tatil sitelerini kuracak, ilin çeşitli yerlerinde marinalar da yaptıracaktı!
Turist gemileri Yunan adalarına geliyor, ama Kuşadası’na uğramıyorlardı! İlçedeki iskele değil bu tür gemilerin, 15-20 metrelik teknelerin yanaşmalarına bile uygun değildi. Türk; Efes’i ve Meryemana Kilisesi’ni gerekçe göstererek gemilerin Kuşadası’na gelip açıkta demirlemeleri, kıyıdan gönderilecek motorlarla yolcuların karaya çıkabilecekleri yolunda kendilerini ikna etmişti. O gün Kuşadası’na gelecek ilk geminin heyecanı içindeydi! Ben de Türk ve görevlilerle iskelede bekliyordum. Gemi körfeze girdi, kıyıda heyecan arttı. Gemiden inen bir sürat teknesinden bir görevli iskeleye çıktı. Görevli, elindeki telsiz ile kaptanına, geminin demirleneceği yeri anlatmaya başladı.
Kuşadası liman müdürü, süvarinin yanına yaklaştı. Elindeki telsizi kaptı, Türkçe “Seni, telsiz kanununa muhalefetten tutukluyorum!” deyince 1.90’lık Kaymakam, telsizi alıp süvariye vermekle kalmadı, bir omuz darbesi ile müdürü suya attı! Birkaç yıl sonra Kuşadası’nda açılan turistik mağazalardaki kuyumcu sayısı Kapalıçarşı’yı geçti.

Yaptırımlara aldıran yok
Sonraki yıllarda turizm gelişmeye başladı! 1970’lerde Batı dünyasından gelen turistler ekonomik ve kültürel açılardan üst düzeydeki bürokrat, işadamı, doktor, mühendis gibi kişilerdi. Türkiye keşfediliyordu!
Yabancılar; doğa koşulları, tarihsel miras zenginliği, değişik gelenekler gibi nedenlerle; kendi araçlarıyla, düzenlenen kültür turlarıyla ya da tarifeli uçaklarla geliyorlardı. Kişi başına harcamaları 2-3 bin dolardı. “Charter (dolmuş)” uçuşları olmadığından az turist geliyordu.
Türkiye’nin ilk 5 yıldızlı oteli olan İstanbul’daki Hilton başroldeydi. Gazetelerin o tarihlerde birer “Hilton muhabiri” bile vardı!
1980’li yıllarda gelen turistlerin “görüntüleri” değişti. Ulaştırma Bakanlığı “dolmuş” uçuşlarına izni verince, turist sayısı yüz binlere ulaştı. Turistler, genellikle batının orta tabakasından idiler.
Kişi başına ortalama döviz, 1000 dolara geriliyor, “kitle turizmine” geçiliyordu. Ege ve Akdeniz kıyılarındaki yeni oteller, tatil köyleri, Prof. Baade’nin “hayali” doğrultusunda turizmi, döviz kazandıran alan yapıyordu.
Bu gelişme, 1990’larda bozuldu! Acenteler “kış turizmi” adıyla ucuz fiyatlara tur düzenlemeye başladılar. O günlere kadar bir haftalık tur bedeli 1500 - 1800 Alman Markı iken, acentelerin rekabeti nedeniyle, kişi başı 399 marka kadar geriledi.
Bu fiyat, 550 marklık maliyetin altındaydı. 151 marklık zarar vardı. Zarar nasıl karşılanacak, kâra nasıl geçilecekti? Acenteler, işadamları çözümü buldular! Turistlerin “shopping” dedikleri; halıcı, kuyumcu, derici, tekstilci mağazalar devreye girdiler. Acentelere “Turistini bana getir, sana komisyon vereyim!” dediler.
1980-1990 arasında acentelere satış fiyatından halıda yüzde 30, pırlantada 25, kuyumda 18, düz altında 10, deride 20, tekstilde 20-15 oranında “hak ediş” denilen “komisyon” ödenir oldu. Acenteler de komisyonu, tur rehberleriyle paylaşıyorlardı. Ermenice, “dükkân” anlamındaki “hanut” sözcüğü, turizm argosuna yerleşti. Oysa 1618 sayılı Seyahat Acenteleri Yasası’na göre “hanut” yasaktı. Yaptırımlara aldıran yoktu!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları