Gerçek bir efsane dinledik

22 Ocak 2014 Çarşamba

Murray Perahia Lütfü Kırdar Salonu’ndaki insanları bu dünyadan alıp ölümsüzlük dünyasına taşıdı

Amerikalı piyanist Murray Perahia (1947) geçen hafta Lütfü Kırdar Salonu’ndaki insanları bu dünyadan alıp ölümsüzlük dünyasına taşıdı.
Schumann’ın piyano konçertosunda ve bis olarak çaldığı Schubert’in Impromptu’sünde piyano, çalgı olarak Perahia ile bizim aramızdan çıkmış, Perahia bizi doğrudan bestecinin yaratısıyla baş başa bırakmıştı. Onun yorumunda Horozowski, Serkin, Horowitz gibi tarihi piyanistlerin kültürü ve kendi yaratma gücü birleşmişti. Şef Sascha Goetzel yönetimindeki Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası da böylesi müthiş bir piyanistle çalmanın ateşini almıştı; o duyarlılığa yaraşır bir eşlik çıkardı.
Müzik her zaman şarkı söyler diyen Perahia, Schumann ve Schubert gibi bestecilerin şarkısını inanılmaz bir tonda söyledi. Tuşların derininde, ama onlara dokunduğunu hiç belli etmeden, bestecinin özelliğine bağlı kalarak çalışını kendi kişiliğiyle birleştiriyordu. Konser sonrasında onunla konuşma şansı bulduğumda bugünkü piyanistler için fikrini sordum: “Dokunuş, piyanoya dokunuş farkı”, diye yanıtladı. O anda Perahia’nın çaldığı Impromptu’de o tüy gibi ama derine inen dokunuşunu anımsadım. Bugün piyanistler müthiş bir teknik geliştiriyorlar ama artık dokunuştaki derinliği, o eski efsanevi yorumcuları duyamıyorsunuz diyordu. Bir de tempo sorunundan söz ettik. Genç piyanistlerin tekniklerine güvenip özgün tempolarla oynamasından, hızlanıp daha gösterişli çalmalarından yakınıyordu.
Ne mutlu bize ki o gece, o eski efsanevi piyanistlerin son halkasından Perahia’yı ağırlamıştık. Kuruluşunun 15. yıldönümünde bu konser BİFO’ya çok yakıştı.
Konserin ikinci yarısı bambaşka bir dünyadı: Şef Sacha Goetzel, çağ başından Avusturyalı besteci Franz Schreker ile Fransız besteci Saint-Seans’ın arasına Ferit Tüzün ve Ulvi Cemal Erkin’i yerleştirmişti. Çeşmebaşı Bale Süiti’ni tüm orkestra renkleri ve kıvraklığıyla seslendirirken Erkin’in Senfonik Bölüm’ündeki izlenimci çizgileri ortaya çıkardı. Aslında Perahia’nın bizleri başka dünyaya taşıyan yorumundan sonra keşke sadece bir Brahms ya da Schubert senfonisi dinleseydik, diyenler çok oldu. BİFO o gece çok yönlü bir programa imza atmış oldu.
İstanbul Resitalleri serisinin Sakıp Sabancı Müzesi, The Seed salonunda bu kez İsviçreli piyanist Cedric Pescia (1976) adlı piyanisti dinledik.
Schumann’ın Çocuk Sahneleriyle Schubert’in 3 parçasının arasına Holliger adlı bir besteciyi; Beethoven 32. sonattan önce de Kurtag’ın esprili bir yapıtını yerleştirmişti. Teknik açıdan güçlü bir piyanistti. Ama program düzenlemesi çok alımlı değildi. Bence en büyük şanssızlığı onu Perahia gibi bir devden bir gece sonra dinlememiz oldu.

> “Müzik her zaman şarkı söyler” diyen Perahia, Schumann ve Schubert gibi bestecilerin şarkısını inanılmaz bir tonda söyledi.
Tuşların derininde, ama onlara dokunduğunu hiç belli etmeden, bestecinin özelliğine bağlı kalarak çalışını kendi kişiliğiyle birleştiriyordu.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları