İran’la kartlar yeniden açılırken

16 Temmuz 2015 Perşembe

İranlı bir dost kısa bir “çizgi film” yollamış…
İran Dışişleri Bakanı Cevat Zarif’in uçağı Tahran Havaalanı’na inerken fonda oyun havası çalıyor. Uçağın kanatları derhal kuş gibi çırpmaya başlıyor ve gövdesi de oyun havasına tempo tutarak göbek atıyor!
İran’ın dünyaya tekrardan dönüşü” anlamına gelen nükleer anlaşmanın yarattığı sevinç tablosunu bundan iyi özetleyen bir görüntü olamaz.
Salı gecesi izledik. İftarın ardından Tahran caddeleri “futbol şampiyonası” kutlamalarını andıran kalabalıklarla doldu.
Nüfusun yarısının 30 yaş altında olduğu ülkede sokaklar korna çalan, tezahürat yapan gençlerle müthiş bir şenlik yaşadı.
Beklenti çıtası belli ki çok yüksek.
Yaptırımların sona ermesi ile ülkeye olukla yatırımın akacağı, çok zengin istihdam fırsatlarının ortaya çıkacağı düşünülüyor. İran’ın “dünya gücü” olarak uluslararası arenada hak ettiği yere sahip çıkacağı umuluyor.
Bu arada “Büyük şeytan ABD” ve Batı karşıtlığı tümüyle geçmişe gömülmüş; 35 yıl öncesinin İran devrimi sonrasında doğan gençler arasında “antiemperyalizm söylemleri” geçerliliğini yitirmiş.
Manzara bu.
Bu manzaraya bakarken insan doğu komşumuzda gerçekten de yepyeni bir dünyanın kurulmakta olduğunu somut biçimde görüyor.

Davutoğlu’nun ‘düş kırıklığı’
Komşuda bu yeniden diriliş bayramı sürerken Ankara’daki hava ne?
Başbakan Davutoğlu nükleer barışı”, neredeyse dişleri arasından çıkan bir “memnuniyet verici” ifadesiyle tanımlıyor ve bermutad herkese “hayırlı olmasını” diliyor.
Türkiye’nin 2010’daki arabuluculuk faaliyetlerine atıfla da ilaveten “Keşke bu anlaşmaya çok daha önce (yani 2010’da) varılsa idi!” diyerek hayıflanmayı ihmal etmiyor.
Başbakan haklı aslında.
Türkiye açısından bu anlaşmaya 2010’da varılmasıyla bugün varılması arasında yaşamsal fark var.
Beş yıl önce Türkiye “İran’la nükleer anlaşma” konusunda arabuluculuk çabasıyla ön planda ve isminden her yerde bahsedilen bir ülkeydi.
Bugünkü “değerli yalnızlık” portresinden çok farklı biçimde; Suriye, Irak, Lübnan ve Filistin’de Tahran’ın nüfuzunu dengelemekte güçlük çekmiyordu.
Tarihi anlaşmanın sağlandığı nükleer görüşmelerden bugün olduğu gibi dışlanmış değildi…

‘2010 hassasiyeti’
Çizme’nin etkili jeo-strateji dergisi “Limes”te bahar aylarında okuduğum bir değerlendirme; Ankara’nın bu “Aah, ah… Keşke anlaşma daha önce 2010’da olsaydı!” saplantısını işte böyle anlatıyor.
Davutoğlu’nun sözlerini duyunca aklıma o yazı geldi…
İran’la P+1 arasında nisanda ilk aşamada sağlanan “ön ilke anlaşması” üzerine kaleme alınan yazı; Ankara’da açık yara gibi korunan “2010 hassasiyetini” taa o zamandan kayda geçmiş.
İlk anlaşma ardından o kez de Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu’nun “(P+1 anlaşması) 2010’da İran, Türkiye ve Brezilya ile varılan anlaşma çizgisinden daha geride” dediğini belirterek, “Derin 2010 özlemi Türkiye’nin içinde bulunduğu hayal kırıklığını gösteriyor” diyor özetle ve Ankara’nın bu bağlamda “2010’dan bu yana kaybettiği irtifayı” merceğe alıyor.
2010’da Arap Baharı yaşanmamış…
Suriye iç savaşı çıkmamış…
Mısır gibi bölge ülkeleriyle “papaz olunmamış”…
Pakistan ve Suudi Arabistan’la, “İran karşıtı” bir “Sünni eksen” kurma egzersizlerine girilmemiş…
Ve en önemlisi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son İran gezisi öncesinde yaptığı üzere Tahran’a “Bölgede hegemonya kurma isteklerinize son verin!” çağrısı yapılmamış; İran’da bu çağrı üzerine Erdoğan’ı “Don Kişot” şeklinde resmeden karikatürlere uzanan bir tepkiler zinciri yaratılmamış… Bu ve bunun gibi bir dizi olay kapsamında anlaşmanın 5 yıl önce yapılması ile bugün arasında gerçekleşmesi arasında “geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer!” farklara parmak basıyor “Limes” yazısı. Buradan devam.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları