Çelişkilerle Yaşamak...

09 Mart 2012 Cuma
\n

\n

1942 Martının başlarında, İkinci Dünya Savaşının ortasında dünyaya gelmişim. Karşılaştığım ilk çelişkinin, deyiş yerindeyse, yabancı kökenliolmasının nedeni bu.

\n

Bu tarihi önemseyişim epey sonralara, yanılmıyorsam üniversite yıllarıma rastlar. Artık ikinci büyük savaşın cehenneminde, Nazi Almanyasında olup bitenler hakkında bilgi sahibiydim. Auschwitz, düşünce dünyamda kapkara bir kavramdı. Ve ona benzer kavramlarla tanıştıkça, zamanında iliklerime kadar işlediğini söyleyebileceğim bir çelişkiden kurtulmam gittikçe zorlaşıyordu.

\n

Çelişkinin kaynaklandığı olgu şuydu: Auschwitzi, Bergen-Belseni, Buchenwaldi, Treblinkayı kuranlar, ölüm kampları için en kısa zamanda en fazla sayıda Yahudiyi öldürmek için icat edilen gazın mucitleri, türleri bağlamında insansayılıyorlardı.

\n

Ben de insandım.

\n

O zaman bu, nasıl bir türdü? İnsanı insan kılmak bağlamında önem taşıyan değerler açısından birbirine bunca aykırı düşen bir sürü, nasıl oluyor da bir türün bütünlüğünü taşıyabiliyordu?

\n

Hayatımda karşılaştığım ikinci büyük çelişkinin geçmişi, bütün çocukluğumu ve ilkgençlik dönemimi yaşadığım Moda semtinin o zamanlarki kozmopolit, yani çokkültürlü ortamına kadar uzanır. Modadaki çocukluk arkadaşlarımın adlarını hatırlıyorum: Janet, Mehmet, Yano, Milena, Peter, Arman, Mario, Hırant, Edit, Lüset, Leyla, Kemal, Antuvanet, Hikmet, Yüksel, Semal, Apo, Toni Evet, birbirinden çok farklı adlar. Ama hayatımın ilerleyen yıllarında, bu adların yanı sıra, çok önemli bir başka olguyu da hatırlayacaktım: Bu, yalnızca adlar bağlamında, başka deyişle adlarla sınırlı bir farklılıktı ve çocukluğumuz boyunca hayatımızın başka hiçbir alanına sirayet etmedi. Hiçbir kopmanın ve uzaklaşmanın nedeni olmadı. Bütün bir çocukluk ve kısmen de ilkgençlik dönemini iç içe, renkli bir yumak halinde yaşadık. Adlarımızın başkalığından hareketle birbirimizin etnik kökenlerini sorgulamak, o kökenlerin farklılığından sonuçlar çıkarmak aklımızın ucundan bile geçmedi. Diyebilirim ki, farklılıklarımız ancak hayatlarımızı renklendirdiği ölçüde önem taşıyordu. Birbirimizin bayram sofralarının şaşmaz devamlı konuklarıydık. Her 24 Aralıkta gece yarısı, Cem Sokağındaki Katolik kilisesinin Noel ayinlerinin Müslüman müdavimleriydik. Yıllarca her 24 Aralıkta, tam gece yarısında mihrabın sol tarafındaki kapıdan org seslerinin eşliğinde giren kortejin başındaki rahip, Hazreti İsanın hepimiz için doğmuş olduğunu müjdelerdi. Arkadaşlarımızın yakınlarının Rum ya da Ermeni kiliselerinde düzenlenen düğün ya da cenaze törenlerine de hep çağrılırdık

\n

Sonra Evet, yıllar sonra, bir şeyler olmaya başladı. Tenhalaşmaya başladık. Ermeni asıllıJanetler ABDye, Hıristolarve Madam ElenilerYunanistana, Milenalarşimdi hatırlamadığım bir Avrupa ülkesine göç ettiler. Sokaklarda onların dillerini duymaz olduk. Aynı sokaklarda, kapı önlerinde ve bahçelerde, zamanla sesleri de unutuldu.

\n

Oysa bir zamanlar birbirimizi çok severdik!

\n

Dediğim gibi, gittikçe tenhalaştık, tenhalaştıkça da daha bir biz bize kaldık. Ve işin tuhafı, bu tenhalaşmanın sonunda galiba bizden de epey bir şeyler kaybolup gitti. Bir tür yoksullaşmanın içine düştük. Sanki parçalandık, bizolmaktan çıkıp gittikçe daha bir yalnızlaşan benleredönüştük

\n

Unutulan seslere gelince, onlar sanki unutulmazdan çok önce bizim seslerimiz olmaktan çıkmıştı. Ingeborg Bachmannın Ağustos Böcekleri adlı radyo oyununun sonunda dendiği gibi, artık sevmeye son verdiğimiz için.

\n

Seslerimiz, kendi lanetlerimizin etkisiyle, insan sesi olmaktan çıkmıştı

\n

\n\n



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları