Olaylar Ve Görüşler

İşçilere sıkılan kurşun

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Kavurucu bir yaz sıcağında Türkiye işçi sınıfı, büyük bir acıyla kavrulmuştu. Kemal Türkler katledildiğinde takvim yaprakları 22 Temmuz 1980’i gösteriyordu.

12 Eylül’den önce işlenen her cinayette olduğu gibi, Kemal Türkler de işe giderken öldürülmüştü. Kimi durakta otobüs beklerken, kimi arabasına binerken, kimisi de arabasının içindeyken öldürülmüştü.
Ölenler, her sabah olduğu gibi eşleriyle, çocuklarıyla vedalaşıyorlar, evden çıkıyorlar ve bir daha o eve dönemiyorlardı.
Kemal Türkler, 22 Temmuz 1980 sabahında evinden ayrılırken eşine, grevdeki işyerlerine giderek, grev yapan işçilerle görüşeceğini söylemiş. O görüşme o gün yapılamadı. Çünkü grev istenmiyordu. Grev, komünist odakların işiydi. Vatanını seven insanlar grev yapmazdı. Kimler böyle düşünüyordu?
Bu soru, Türkiye Maden-İş Sendikası tarafından cinayetin işlendiği gün, sıcağı sıcağına şu şekilde yanıtlandı: “27 yıldır sendikamızın başkanı olan, 11 yıl DİSK Genel Başkanlığı yapan Kemal Türkler’in katilleri, eli kanlı Türkeş’ler, Demirel’ler, MESS patronları olan Özal’lardır.”
Bu cinayetin etkileri ve sonuçları çok farklı olacaktı. Kemal Türkler’in öldürülmesi haberi, iletişim ağının kısıtlı olduğu o günlerde neredeyse tüm ülkeye yayılmıştı. Herkes, bir yerlerde acil ve olağanüstü olarak toplanmış; hükümet, sıkıyönetim ilan etmiş, DİSK, TÜRK-İŞ toplantı üstüne toplantı yapmış, bildiriler yayımlamıştı.

Menfur saldırı
Başbakan Süleyman Demirel Bakanlar Kurulu’nu olağanüstü toplantıya çağırıp Kemal Türkler cinayetini görüşmüş, ardından bir basın toplantısı düzenleyip cinayeti menfur bir saldırı olarak değerlendirmişti. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı da menfur saldırı açıklamasında bulunmuş, şu şekilde bir açıklama yapmıştı: “Şimdiye kadar işlenen cinayetlerde olduğu gibi bu menfur saldırının da tüm ülkeyi bir iç kargaşaya sürükleme hedefine yönelik, önceden tasarlanmış bir planın parçası olduğu açıktır.”
12 Eylül’deki darbenin şartları Kemal Türkler cinayetiyle olgunlaşmıştı. Cinayetten hemen sonra, o zamanlar sayısı 67 olan vilayetlerimizin 34 tanesinde üretim tamamen, diğer vilayetlerde ise kısmen durmuştu.

Öfkeli halk
Halk öfkeli, endişeli, umutsuzdu. Evlerde, kahvelerde, sokaklarda, köşe başlarında herkes aynı şeyi konuşuyordu. “Asker başımıza geçsin.” Darbe olmadan, darbeyi bekleyen, arzulayan kamuoyu yaratılmıştı. 1978’de düzenlenen bir suikast sonucu hayatını kaybeden Ankara Savcısı Doğan Öz’ün ortaya çıkardığı, “Kontrgerilla”nın yıllardır izlediği kanlı strateji nihayet istenilen sonucu vermişti. İnsanlar önce ölümü görmüş, sonra sıtmaya razı olmuştu.
İlk kez, yürekli bir savcının ortaya çıkardığı “Kontrgerilla” yapılanması Kemal Türkler katliamı ile birlikte çok önemli bir görevi başarıyla yerine getirmiş, darbeye zemin hazırlamıştır. Bu cinayetten sadece elli gün sonra gelen 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi, faili belli faili meçhul cinayetlerin üstünü kapatmış, bu cinayetlerde kullandığı tetikçilerin çok büyük bir kısmını yurtdışına çıkarmış, yeri ve zamanı geldiğinde kullanmak için onları hazır bekletmiştir.
Bugün, Türkiye işçi sınıfının örgütsüzlüğünden, bilinçsizliğinden yakınanlar, otuz beş yıl önce oynanan oyunun ne olduğunu iyi anlamak zorundadır. Kemal Türkler’e sıkılan kurşun işçi sınıfına sıkılan kurşundu.  

GALİP UYAR Sosyolog

 

-

 

Rüya mı yoksa kâbus mu?

 

Çipras, siyaseten hızlı yaşadı ve genç olarak ölmek üzere. Bıraktığı miras Avrupa projesinin sorgulanabilir olmasını sağlamakla birlikte, bu yapının ciddi reformlara ihtiyaç duyduğunu yeniden hatırlatıyor.

2008 yılında ABD’de başlayan ve ardından diğer dünya piyasalarına doğru büyüyen ekonomik krizin ardından Avrupa’yı ilgilendiren meselelerin en başında Avro bölgesi krizi ve Yunanistan gelmekteydi.
Yunanistan’ın içine düştüğü borç batağında Yunanlıların asıl aktör olduğuna kuşku yok. Yunanlılar içinde bulundukları kriz atmosferinin etkisiyle de referandumda “hayır” yönünde oy verdiler. Bu gerçek ışığında analizlerin çoğu Yunanistan’ın geleceği üzerine şekilleniyor.

Asıl aktör kim?
Fakat her ne kadar Yunanistan’ın yaşadığı krizde büyük oranda bizzat Yunanlar sorumlu olsa da olayın bir de Avrupa boyutu var. Ayrıca unutmamak gerekir ki Avrupa’da SYRİ- ZA gibi sol siyasetin yeni fenomeninin “hayır” kampanyasını en fazla destekleyen partiler UKIP, Ulusal Cephe, Altın Şafak gibi aşırı sağcı ve Avrupa kuşkucu partiler. Böylece “Avrupa Rüyası”nın seyri hem kuzeyli ağabeyler hem de güneyli yaramaz kardeşleri tarafından sekteye uğramışa benziyor.
Prof. Stefan Auer’in 2013 yılında yazdığı bir makalesinde dediği şekilde tıpkı F. Scott Fitzgerald’ın Muhteşem Gatsby’si gibi Avrupa da heyecanlı ve sürekli değişen bir proje. Bu değişim iki dünya savaşı geçirmiş bir kıta için adeta fantastik bir dünyada her şeyin mümkün olabileceğini hayal edilebilecek bir değişimdi.

Değişim
Düşünsenize soykırım gerçekleştiren bir kıtadan tüm dünyaya hukukun üstünlüğü ve temel insan haklarını sağlamada referans olacak metinleri yazmış bir kıtaya, savaştan harap olmuş kıtadan dünyanın en büyük ekonomilere sahip ülkelerin yer aldığı bir kıtaya dönüşen bir değişim söz konusu olan.
Bu değişimi de sağlayan, adına “Avrupa Rüyası” denilen proje; tıpkı Gatsby’nin 1920’lerde yaşadığı “Jazz Dönemi” Amerikası’nda olduğu gibi hiç tatmin olmayan, modern ama aynı zamanda içinde hep bir geçişi barındıran bir rüya. Bu rüya son krizle birlikte kâbusa dö nüşmek üzere. Tıpkı Gatsby’nin Daisy’e olan aşkı gibi içinde çokça fanteziyi ve kimi zaman hayal kırıklıkları barındırsa da AB, uluslararası ilişkiler disiplininin belki de halen en değerli projesi. Fakat Gastsby ile Daisy’in hikâyelerinin sonu gibi Avrupa Rüyası bilindik anlamıyla sona gelmiş olabilir.
AB aslında son 7-8 yılda iyice ortaya çıkan fakat kökeni daha eskiye dayanan çözüm odaklı bir projeden vazgeçip şımarık ve kibirli bir yapının söz konusu olduğu, ulus-üstü kurumsallaşma uğruna gittikçe merkezileşmiş yani Brükselleşmiş bir yapıya dönüştü.

Birleşik Avrupa
Karar alma mekanizmalarındaki şeffaf olamayan süreçleri de eklediğinizde ortaya sorunlu bir kurumsallaşma çıkıyor. Bu yapı artık vaat ettiklerinin aksine demokratik meşruiyeti sorgulanır elitist bir proje olarak algılanıyor.
Ayrıca Avro bölgesi projesi ekonomik amaçlarıyla birlikte, siyasi amaçlarından da çok uzaklara savruldu. Son krizle birlikte asıl amaç olan “Birleşik Avrupa” yerine eski düşmanlıkların müzakere masalarında yeniden hortladığı bölünmüş bir Avrupa ortaya çıkmış oldu ve artık reforma ihtiyaç duyduğu da aşikâr.
Bütün eleştirilere rağmen AB halen çok değerli bir kurum. Üstelik Türkiye’nin demokratikleşebilmesi için tek alternatif. Yunanlar referandumda verdikleri “hayır” oyu ile bu kibirlenmiş yapıyı sorgulanabilir duruma getirdiler. Referandumun tek olumlu yanı da bu durum zaten.

Ağır şartlar
Son olarak meclisten geçen son kurtarma paketi referandum öncesinden daha ağır şartları içermekte. Yunanistan’da sokaklar karıştı ve erken seçim senaryoları oluşmaya başladı. Böylece referandum Yunanlar için zaman kaybından başka bir anlam taşımamış oldu.
Çipras da felaketten popülist adımlarla kaçılamayacağını ve referandumdan çıkan “hayır” oyuna rağmen AB liderlerinin geri adım atmayacağının farkına vardı. Böylece kurtarma paketlerini çöpe atmak vaadiyle iktidara gelen Çipras, bu sürecin en büyük kaybedeni oldu.  

ERHAN AYAZ Öğr. Gör. Yakın Doğu Üniv.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları